Ya bir yere gitmek kadar
uzak olmalı bir yer
ya da bir yerden dönmek kadar
daha yakın olmalı *
Mülteciler, sığınmacılar, vatansızlar, düzensiz göçmenler yeni bir ülkeye sadece bavullarını ve sırt çantalarını taşımıyorlar. Öncelikle canlarını ve ailelerini, varsa umutlarını, güçlülerse eğitimlerini ve yeteneklerini taşıyorlar.
"Yabancı düşmanlığı" virüsü koronadan çok daha önceleri ülkelere, devlet yöneticilerine, insanların beyinlerine ve yüreklerine düşüyor. Doktorlar bunun için de bir aşı geliştirmeye çalışıyorlardır belki ama tahminen klinik deneyler, insanların insanlıklarına takılıp kalıyordur.
Yabancı düşmanlığı (xenophobia), ırkçılıkla el ele yürüyor, risk dolu kaçış yollarında, sınırlarda, deniz geçişlerinde, geri gönderme merkezlerinde ve kolluk kuvveti kayıtlarında... Bu yüzden siyasi ve sosyal riskleri artıyor göçmenlerin. Hassasiyet alanları fazlalaşıyor ve mevcut hassasiyet konuları da derinleşiyor. "Öteki" olanların, insan olduğunu kabul etmek, korona günlerinde insan olduğunu düşünenler için bile zorlaşıyor. Yoksulluk süresi uzuyor, aile içi şiddet artıyor, çocuk evliliği sayısı kontrol edilemiyor ve okula zorla giden çocuk hiç gidemiyor.
Yabancı düşmanlığının tanımı değişiyor korona günlerinde. "Kişilerin topluluğa, topluma veya ulusal kimliğe yabancı oldukları veya dışarıdan geldikleri düşünüldüğü için kişileri reddeden, dışlayan ve sık sık kötüleyen tavırlar, önyargılar ve davranışlardır" tanımı artık yeterli gelmiyor. Yabancılar, bu günlerde daha büyük bir güvenlik tehdidi olarak görülüyor, ulusal kimliğin tehdit edilmesi sorunu ve ekonomik yük olarak değerlendirilmeleri, sorunların çözümünü güçlendiriyor ve ötekileştirmeyi kolaylaştırıyor.
Korona günlerinde yabancı düşmanlığı virüsü beyinlerde mutasyona uğrarken, güçlenirken ve çoğalırken, toplumda korona virüsün yabancılardan (Suriyelilerden) geldiği kanısı yayılmaya çalışılıyor. Sosyal ve danışmanlık yardımları kesiliyor, sosyal kurum ve kuruluşların kapıları kapanıyor ve sorunlarını dinleyenlerin sayısı azalıyor.
Trump 2016 yılının son günlerine yaklaşırken, başkan seçildikten sonra Oval Ofisteki masasına oturduğunda, ilk talebi Birleşmiş Milletler'e devlet bütçesinden ayrılan payın raporlarıydı. Birkaç gün içinde Birleşmiş Milletler Mülteciler Örgütü (UNHCR)'nün bütçesi büyük bir kesintiye uğradı. Başkanlıkta yılını tamamlamadan, Meksika sınırına duvar ördürmeye başladı. Nisan 2020'de o duvardan düşen hamile bir kadın sığınmacı öldü. Nisan 2020'nin son günlerinde de bütün göçmenlik işlemlerini durdurma kararı aldı.
Biz de korona ile birlikte önce Edirne sınırının açılışını, Ege Denizi geçişlerinde kolluk kuvvetlerinin önleme yapmadan geçiş izni verdiğini izledik. Kamplara veya karşı kıyıya ulaşanlar, oradaki halkın tepkisiyle karşılaştı. Örneğin Midilli'de, ada halkının tepkisi sonucunda çıkan olayları önlemek üzere Yunanistan ana karasından polis takviyesi istendi. Sonra göç yolundaki Türkiye'de evini, işini ve ailesini bırakarak Avrupa'ya geçme umuduyla sınıra yığılanlar; evsiz, işsiz ve ailesiz şehirlerine döndüler.
Edirne'de birçok kurum ve kuruluş insani yardım lojistik ağı oluşturarak, sınırda bekleyen yüz binlerce göçmene yardım istasyonlarında malzeme dağıttı. Kışın bitişinde, ıslak çadır tabanlarında ve çamur zeminli brandalarda; yiyecek, su ve sabun beklediler günlerce. O günlerde İstanbul'da kişi başına 500 TL'ye müşteri taşıyan bazı taksiler, bu günlerde evlerinde hapis kaldılar. Mülteciler, sığınmacılar ve düzensiz göçmenler; sadece savaş zamanlarında görülecek bir ortamda yaşamak zorunda kalıyorlar ve ulaştıkları ülkede bile daha fazla yardıma ihtiyaç duydukları bugünlerde ne yazık ki daha az yardım alabiliyorlar.
Mülteciler, sığınmacılar ve düzensiz göçmenler, yabancı düşmanlığı virüsüne karşı en savunmasız olan gruplar. Kamplar kalabalıkken daha da kalabalıklaşıyor. Mülteci kampları virüsün yayılması için çok elverişli ortamları hazırlıyor. Mülteciler daha az temizlik yapabiliyor ve çocuklarını yıkayamıyorlar. Yayılma hızı artarken, koronadan kaynaklı ölümlerin gizlenme hızı da artıyor. Sağlık hizmeti yetersiz ve düzensizken daha sıkıntılı bir hale geliyor. Yasal danışmanlık dil engeline, gelenek ve göreneklere takılırken tamamıyla unutuluyor.
Ülkeler kendi vatandaşlarına hastanede yatak, koruyucu ekipman, sağlık sarf malzemesi ve sağlık personeli bulamaz durumdayken göçmenlerle ilgilenmek istemiyor. Bangladeş'te bir mülteci kampının sıkışıklığı New York'taki yaşam alanından dört katı daha sıkışık olabiliyor. Kenya'daki bir mülteci kampında 25 bin mülteciye sadece bir doktor düşebiliyor.
2018'de başlayan ekonomik durgunluk ise düzensiz göçmenlere sağlanan hem sağlık hem yasal hem de eğitim hizmetlerinin aksamasına neden oluyor. Bugün Türkiye genelinde, şehirlerde göçmenlere danışmanlık veren ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütlerinin birçoğu birçok ofisini kapatmış durumda. Kapatmayanlar ya vardiyalı hizmet ve danışmanlık vermeye çalışıyor, ya da sadece ofisin kapısını açmak üzere çalışanlar girip çıkıyorlar.
Koronadan mülteciler, sığınmacılar ve göçmenler nasıl etkileniyor? Öncelikle çalışma yaşamında sıkıntı başlıyor. İş bularak çalışanlar, başka bir güvenceleri olmadıkları için sokağa çıkma yasağı olmadığı sürece çalışmak zorunda kalıyorlar. İşe devam zorunluluğu devam ediyor, çünkü zaten sigortasız olduklarından atılmaları an meselesi. Sigortaları olmadığı için sosyal haklardan faydalanamıyorlar. Korona işsizliği artırdığı için çalışanların işsizlik riski de artıyor. Çalışma koşullarında sadece maske takabiliyorlar ve başka bir korunma yöntemleri bulunmuyor. Evde kalma çağrıları mülteciler için aç kalmak demek.
Evde eğitim onlar için bir anlam ifade etmiyor. Bazılarının televizyonu bile yok. Çoğunluğunun evde internet sağlayıcısı bulunmuyor. Eğitimde dil sorunu devam ediyor. Okulda bile yüz yüze eğitimde çözemedikleri dil sorunu ekran başında daha büyük bir sıkıntı haline geliyor. Okullar kapandığı için birçok eğitim yardımcısı malzeme çocuklara dağıtılamıyor. İmkânı olmayanlar bu malzemelere evde eğitimde ulaşamıyor. Göçmenlerin çoğunluğunun kendileri de eğitimsiz ve çocuğun anlamadığı şeyi bir evde başkasına sorma şansı kalmıyor.
"Yabancı düşmanlığı" virüsü koronadan çok daha önceleri ülkelere, devlet yöneticilerine, insanların beyinlerine ve yüreklerine düşüyor. Doktorlar bunun için de bir aşı geliştirmeye çalışıyorlardır belki ama tahminen klinik deneyler, insanların insanlıklarına takılıp kalıyordur."
Hassasiyeti yüksek olan göçmen gruplarının; yani kadınların, çocukların, yaşlıların, ağır hastaların, engellilerin, hamilelerin ve LGBTİ'lerin, koronadan daha fazla etkilendiği bu günlerde, sonuç olarak; "Mülteciler ellerinde valizleri, geldikleri ülkeye sadece yaşadıkları zorlukları, kaosu, mutsuzluğu, kaybı, yoksulluğu getirmiyor. Onlarla beraber, şarkıları, masalları, yemekleri, hayalleri, adetleri, yaşamları hatta binlerce yıllık geçmişlerinin gizli kalmış mirasları da geliyor. Onları kabul etmek için o kadar geçerli neden var ki, sahip oldukları güzellikleri görmek için biraz gayret göstermek yeterli." ("Göç Yolunda Bir Durak: Esenler", Nuray Özgülnar, İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı (İKGV), İstanbul, Ekim 2018, s.90.)
Yunanca'da yaygın olarak kullanılan bir terim var: Philoxenia. Yabancı sevgisi anlamına geliyor, yani "xenophobia" yabancı düşmanlığının tam tersi... Distopyalardan ütopyalar çıkarma umuduyla...
"Mülteciler, sığınmacılar, vatansızlar, düzensiz göçmenler yeni bir ülkeye sadece bavullarını ve sırt çantalarını taşımıyorlar. Öncelikle canlarını ve ailelerini, varsa umutlarını, güçlülerse eğitimlerini ve yeteneklerini taşıyorlar."
* Sencer Başat, Beyaz Gül Belirsizliğinde, HERA Yayıncılık, İstanbul, 2002
Yorumlar (0)