Milliyet'in kurucusu Ali Naci Karacan'ın yaşamının anlatıldığı "Doludizgin" ve yazarı Sadun Tanju

Milliyet'in kurucusu Ali Naci Karacan'ın yaşamının anlatıldığı "Doludizgin" ve yazarı Sadun Tanju

1950'li yılların sonlarında Vatan gazetesi "muhalif" bir gazeteydi. Başlığının hemen altında "Eğriye Eğri, Doğruya Doğru" deyişi (sloganı) okunurdu. Kökende gazetenin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman başlangıçta iktidardaki partiyi, Demokrat Partiyi ve Genel Başkanı Başbakan Adnan Menderes'i destekliyordu. Gelişmelere bağlı olarak desteğini önce azalttı, sonra sıkı muhalefete başladı. 1959 yılında yazdığı bir yazı yüzünden 15 ay hapis cezası aldı.

İyi bir Vatan okuruydum. Gazetede yer alan imzalar arasında Özcan Ergüder, Burhan Arpad, Nurullah Berk, Azra Erhat, Ali Gevgilili, Orhan Karaveli, Coşkun Kırca, Mahmut Makal, Mes'ut Özdemir, Emil Galip Sandalcı, Bahri Savcı, Ahmet Kutsi Tecer, Naim Tirali, Hıfzı Topuz, Cavit Orhan Tütengil, Adnan Veli, Suut Kemal Yetkin ve daha niceleri vardı. Mustafa Eremektar, Ferruh Doğan, Eflatun Nuri, Halim Büyükbulut, Yaşar Tonguç, Yalçın Sade katkıda bulunan çizgi (karikatür) sanatçılardı. 

1960 yılında yayımlanan 542 sayfalık "Vatan 1960 yıllığı"nda benim de imzam var. Gönderdiğim öykülerden birine yıllıkta yer verilmişti. Gazetede yayımlanan öykülerimden kimilerini Eflatun Nuri çizgisiyle zenginleştirmiştir. 

Gazetenin köşe yazarlarından biri Sadun Tanju idi. Köşesinin başlığı: Politika ve Ötesi. 

Geçmişte ve bugün çok sayıda köşe yazarı saldırıya uğramış ve uğramaktadır. Sadun Tanju da saldırıya uğrayanlardan. 21 Mayıs 1959 günkü "Korkak!..." başlıklı yazısında hem saldırgana, hem saldırtana sesleniyordu. Saldırgana, "Genç adamsın, güçlü kuvvetlisin, yolda giden adamın arkasından saldırıp iyi kamçı atıyorsun, arkandan koşuldu mu iyi kaçıyorsun; söyle bana bu kahpeliği nerede öğrendin, nerede huy edindin; korkak cesaretinle şimdiye kadar ne kazandın?" diye sorduktan sonra sürdürüyordu:

"Genç adamsın. Simsiyah bıyıkların var. Kıvırcık saçların var. Yüreğin zayıf ama, kahbece saldırışlara elverişli. Seni yakalarım diye kaçarken savurduğun küfrü ve söylediğin sözleri unutamıyorum. 'Yaz bakalım bundan sonra da, yaz!' dedin. A bebeğim, sen benim bir kahpe kamçıyla, bir yontulmuş odunla, bir sivri bıçakla, hatta bir tabanca ile fikirlerimden vazgeçip tir tir titreyeceğimi nereden belledin?"

Saldırtana seslendiği satırları ise şöyleydi:

"Ve sen, o karayağız delikanlıyı bana saldırtan; intikamını, hıncını, perde arkasına saklanıp alçakça saldırtan suikastçı; seni tanıyorum! Vicdanım, namusum, kızım üzerine yemin ederim ki, seni görüyor ve biliyorum. Benimle mertçe mücadeleden yılıyorsun; benim tek vasıta olarak kalemimi kullandığımı biliyorsun ve kendi yüreğine düşen korkudan ben de nasibimi alayım diye, senin korkunu biraz azaltayım diye, yoluma fedailer koyuyorsun. Bu zahmete niçin katlandığını anlıyorum. Sen bir zavallısın. Zannediyorsun ki, ben olmazsam, biz olmazsak, bütün kafaların içinde zehirli örümceğini gezdirebilirsin; bütün vicdanları ve aklı geri düşüncenin ağına düşürebilirsin ve 37 senelik emeği silip süpürebilirsin. (...) Sen bana, bir kamçıyla değil, bin zulümle, bin kahpelikle korkunun damlasını veremezsin; ama ben sana fikrin, kara sürülmemiş vicdanın, bulandırılmamış aklın bir çift sözünü etsem, vehimden uyuyamazsın. Anladın mı, korkak, uyuyamazsın!"

Sadun Tanju ve yazının konusu kitapları Sadun Tanju ve yazının konusu kitapları

Yukarıdaki satırlar Sadun Tanju'nun "polemikçi" bir kalemi olduğunu sergiliyor. Kitaplarında o kalemin "çok yönlü" olduğu ortaya çıkıyor. 

12 kitabı var. İkisinden, "Eski Dostlar" ve ağırlıklı olarak "Doludizgin"den söz edeceğim. İlkini epeyce önce okumuştum. İkincisini yeni okudum. 

"Eski Dostlar" anılardan oluşuyor. Yazarın Abdi İpekçi, Ahmet Adnan Saygun, Ali Naci Karacan, Ercüment Karacan, Attila İlhan, Aziz Nesin, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Çetin Altan, Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Melih Cevdet Anday, Müzehher Vâ-Nû, Peyami Safa, Sabahattin Ali, Sabahattin Kudret Aksal, Sabiha Sertel, Sait Faik, Şevket Süreyya, Vâ-Lâ Nurettin, Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Zekeriya Sertel, Cevat Şakir ve niceleriyle ilgili anıları. Yalnızca anıları değil, anılan kişilerin bilinmeyen yaşamlarından sahneler; birbiriyle ilişkileri; birbirlerini değerlendirmeleri; çekişmeleri vb. okunur bu kitapta. Akıcı bir dille yazılmıştır. Sürükleyicidir.

Bir gazetecinin, --Milliyet'in kurucusu Ali Naci Karacan'ın yaşamını anlattığı "Doludizgin"in ilk basımı 1986 yılında; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarındaki 1. basımı 2011, 3. basımı 2018 yılında yapılmış. 

"Doludizgin" bir özyaşamöyküsü değil de bir kurgu roman izlenimi bıraktı bende. 300 sayfayı merakımı yitirmeksizin iki günde bitirdim. Evet, anlatılan bir gazetecinin yaşam öyküsü, ama yazar öyküye yeni tatlar eklemiş. Örneğin, Ali Naci Karacan'ın Brezilya'nın başkenti Rio ve Arjantin'in başkenti Buenos Aires'e değgin (dair) izlenimlerini/düşüncelerini/yargılarını/saptamalarını betimleyen satırlar anlatılanın değil, anlatanın imgeleminden çıkma gibi geldi bana: Önce Rio:

"Avenida Rio Branco'daki bu kahvenin taraçasında oturmayı seviyordu. Canlı, neşeli, renkli insan selinin sabahları ve akşam üzerleri caddeye taşıp, yakıcı öğle saatlerinde yüksek binaların gölgelerine sığınmış serin yan sokaklara çekilmesini seyretmek hoşuna gidiyordu. Buraya geleli neredeyse dört hafta dolacaktı ve kendini artık gemideki Maria'nın övünerek söylediği gibi bir 'karyoka' bile sayabilirdi.

"Geçmişte ve bugün çok sayıda köşe yazarı saldırıya uğramış ve uğramaktadır. Sadun Tanju da saldırıya uğrayanlardan. 21 Mayıs 1959 günkü "Korkak!..." başlıklı yazısında hem saldırgana, hem saldırtana sesleniyordu."

Rio'da herkes çalışmadan kaçıyor ama aşka, eğlenceye koşuyor gibiydi. Hayatı bu kadar güzelleştiren insanlar görmemişti. Daha, arkasından bakılmayacak bir kadına rastlamamıştı. Musiki bile insana yaşamaktan başka bir şey düşündürmüyordu... Samba demek, yalvarış, yaltaklanış, naz, istek, ret, acı, sevinç, aşk demekti. Avrupa musikisinde ve bizimkinde lâhutilik vardı, Tanrısal sesler duyardınız; bu musikide ise sadece hayatın sesleri geliyordu size, 'Şükürler olsun, yaşıyorum' diyordunuz. (...)

Yaşarken görüyorduk ki, iyi bir banyo, tertemiz bir kaldırım, bir ağaç, bir çiçek, bir koku, buzlu limonata dolu buğulu bir bardak, bir film, parazitsiz bir müzik, komşu kızın çaldığı piyano, çıkıp gelen bir dost, bir kahkaha, bir bakış, bir çizgili boyunbağı, karlı bir gecede sıcak bir yatakta olmak, güzel bir kitap, maçta ustaca atılmış bir gol, bir gezi macerası, kaybolan bir şeyi bulmak, bir gülüş, bir temas, yani böyle önemsiz gibi görünen pek çok şey, insanı mutlu etmeye yetip de artmaktadır. Yani mutluluk, hayata ait küçük küçük şeylerdir, ummadığımız zamanda doğuverir, sıkıntınızı, derdinizi alır götürür. Mutluluğu bekleyebilmek için yaşama gücü olmalıdır insanda.

'Riolular gibi...' diyordu Ali Naci." (75-76)

Arjantin'e geçiyoruz:

"Buenos Aires'in bütün dişileri, bulvarı istila etmiş gibidir. Bu kadar güzel kadına dünyanın başka bir yerinde rastlamak mümkün değildir, der insan. Evet, kumral, iri gözlü, yuvarlak ve hareketli kalçalı, hüzünlü bakışlı kadınlar...

Sanki bir ateş gibi yakıcı, şuh, çıldırtıcı kişiliklerini, bu hüzünlü bakışların tüllerine sararlar. Gözler İspanyol ateşiyle dolu, ciltleri bakırımsı Hindu esmerliğinde, vücutları zenci kıvraklığında kadınlar, Mayo Meydanı ile Kongre Binası arasında salınarak dolaşırlar. Bunlar arasında üst tabaka Arjantinliler hemen belli olur. Alman, Fransız, İtalyan, Rus kanı, ağır çiçek kokulu iklimin bilmem kaçıncı filtresinden geçtikten sonra öyle harikalar yaratmıştır ki, onu bir de zenginliğin lüksü ile süslediniz mi, Milo Venüs'ünü kenar mahalle dilberi gibi bırakacak bir güzellikle karşı karşıyasınız demektir." (s.112)

Sadun Tanju, "Doludizgin"in sonuna eklediği "Yazardan Okuyucuya Birkaç Not"unda, "bu kitap bir roman değildir. Bir gerçek hayat hikâyesidir" dedikten sonra, "Okuyucuya şunu hemen söylemeliyim. Bu biyografiye bir roman tadı vermeyi özenle istedim" diye ekler. Kendisini "gerçek adların ve gerçek olayların bir çeşit romancısı gibi gördüğünü" belirtir.

Açıklamaları aktardığım satırların anlatıcının ürünü olduğu kanımı destekliyor. 

Ali Naci Karacan'ın yaşadığı 1896-1955 yılları arası dönemi kapsayan "Doludizgin"de o dönemin olayları da yansıtılıyor. O günlerin önde gelen gazetecileri, yazarları, edebiyatçılarının yanı sıra önde gelen siyasetçileri de tanıtılıyor. Ali Naci Karacan'ın gittiği ve/ya da gönderildiği ülkeler ve kentleri hakkında bilgiler de veriliyor. Bu arada Ankara ile ilişkili ilginç satırlar da yer alıyor:

"'Öyle ya, siz burada rahatsınız' dedi Falih Rıfkı. 'Ankara'da bizim halimiz bir facia. Yürekler acısı. Yakup'la bölüştüğümüz kerpiç evi görseniz, burada da yaşanır mı, dersiniz. Yakup'a haber gönderdim, sana da iyi gelmiyor, bu rutubetli karanlık evden çıkalım, etrafa bakınıver, dedim. Ne haber gönderse iyi, aman elimizdekini de kaybetmeyelim, bizimki başkalarının evi yanında saray demez mi? Şimdi siz düşünün, karılarımızı da götürüyoruz bu toprak palasa, çünkü bekâr olarak hiç yaşanmıyor. Ev meselesi böyle. Meclis dersen, bir çıfıt kazanıdır kaynıyor. Daha dün bir, bugün iki, ama bir muhalefettir gidiyor. Allah Gazi'nin yardımcısı olsun." (s.24)

Ali Naci Karacan, Türkiye'nin İsviçre Büyükelçisi Yakup Kadri ve Enver Paşa'nın dul eşi Naciye Sultan İsviçre'nin başkenti Bern kentinde bir masanın çevresinde hem bezik oynamaktadırlar hem de İsviçre'den-İsviçrelilerden söz etmektedirler:

"Yakup Kadri, 'Bilmem siz de fark ettiniz mi?' dedi, 'İsviçreliler, bu Bern'i sevmiyorlar. Kantonlarından birinden iş için gelmişse, aklı fikri bir an evvel evine dönmektir, İsviçrelinin. Ezkaza işi uzasa, yarım bırakıp trenine atlar, bir gün fazla kalmaya tahammül edemez.' (...) 

Ali Naci:

'Bu başkentliler böyledir. Ne derdi Yahya Kemal? Ankara'nın en çok İstanbul'a dönüşünü severim, derdi.'

Gülüştüler. Yakup Kadri, 'Bizim Ankara da Bern'e benzer a!' diyerek bir kahkaha attı:

'Hele bizim eski Ankara! İlk tanıdığımız Ankara! Ben size Yahya Kemal'in bir başka hikâyesini anlatayım: Hazret, mebus seçilip Ankara'ya geliyor. Öyle Tokatlıyan, Park Otel filan ne arasın? Bir han odasından gökyüzünde uçan leyleklere melûl melûl bakıp şunları söylüyor: Hey mübarek kuşlar! Hadi biz buraya milletin emriyle geldik. Peki, siz ne halt etmeye geldiniz!'

(...)

'Bana kalırsa, İsviçrelileri gerçek yaşayışları ile bu şehir kadar hiçbir yer temsil etmiyor' dedi. 'İsviçreliyi İsviçreli yapan bütün ruh, ahlak ve töre özelliklerinin koyulaşıp mayalaştığı yer bence burası. Cenevre'de, Lozan'da Fransız havası, Zürih ve Basel'de Alman havası, Lugano ile Locarno'da İtalyan havası bulabilirsiniz. Ama Bern, işte tam İsviçre!'

(...) Ali Naci atıldı:

'Ankara'yı işte bunun için başkent yapmak istedi Mustafa Kemal. İstanbul, hiçbir zaman tam Türkiye olamadı. Başka bir yer, daha üstün, yabancı gibi kaldı hep. Ankara'yı öyle olsun istemedi.'

'Oldu mu bari?' dedi Naciye Sultan.

Yakup Kadri:

'İstanbul gibi değil tabii' dedi. 'Memleketin genel karakterine daha uygun, daha yakın.'

'Ve hâlâ İstanbul'a dönüşleri seviliyor' dedi Ali Naci, muzip bir ifadeyle." (s.166-168)

***

"Doludizgin" iyi yazılmış, rahat okunan bir kitap olduğu denli belirli bir döneme ilişkin ayrıntılı bilgiler veren, Türk toplumsal yaşamının sivrilmiş kişilerini özellikleriyle tanıtan bir kitap. Hem zevkle okunuyor hem de bilgilendiriyor, aydınlatıyor. Salt bir gazetecinin yaşamöyküsü değil bana göre. Sınır tanımayan bir yaşamöyküsü. Okuyanın ilgisini çekecek çok şey içeriyor.

Yazarı Sadun Tanju (1924-2013)'yu ayrıntılı tanımak isteyenler internet sitelerinden bilgi edinirler. Ayşe Arman'ın yazarla 78 yaşında iken 2002 yılında yaptığı söyleşiyi okumalarını da salık veririm. 

(https://www.hurriyet.com.tr/hayatimda-gordugum-en-cekici-80lik-100500)

"Doludizgin, iyi yazılmış, rahat okunan bir kitap olduğu denli belirli bir döneme ilişkin ayrıntılı bilgiler veren, Türk toplumsal yaşamının sivrilmiş kişilerini özellikleriyle tanıtan bir kitap."

Yazar Önder Şenyapılı
  • Paylaş