Salgın, Açlık ve Yalnızlık: Ankara’da Afgan Mülteciler

Salgın, Açlık ve Yalnızlık: Ankara’da Afgan Mülteciler

Mülteciler, COVID 19 karantinası ile yaşamda kalabilmek için ülkelerini terk edip geldikleri coğrafyada yaşam ile ölüm arasındaki geçişgenliğin ne denli kaygan bir zeminde durduğunu en yakından yaşayan toplum kesimlerinden biri. Afganistan’dan Türkiye’ye gelen Ankara’nın çeşitli semtlerinde yaşayan kayıtlı ve kayıtsız onlarca mülteci ile bire bir görüşme gerçekleştirdik.

Mülteciler İki Haftadır “Açlık Orucunda”

Mülteciler COVID 19 karantinası sonrası gelen işsizliğin getirdiği ağır yoksulluk nedeniyle 10 yaş üstü çocuklar da dahil olmak üzere, genç, yaşlı, hamile, hasta görüştüğümüz mülteciler yaklaşık iki haftadır oruç tutuyor.

Mülteciler, yoksulluğun hayatlarındaki varoluşunu “açlık orucu tutmak” ifadesi ile tercüme ediyor. Kabil’de Taliban militanlarının tehditlerine karşın kadınların özgürleşmesi için çabalayan ve bu nedenle şeriatçıların hedefi haline gelen Akame, “Akşamları orucu çorba ve ekmekle açsak da bir yer sofrasında çocuklarımla oturmak aile olduğumuzu ve umutlu olmamız gerektiğini hatırlatıyor” diyor.

Afganlılar, ülkelerini bırakıp neden Türkiye’ye geliyor? Binlerce kilometre mesafeyi kat ederken hangi tehlikelerle karşı karşıya kalıyorlar? Bir mülteci, sınırdan geçerken insan kaçakçısının çocukların uyuması için verdiği ilacı çocuklarına içirirken ne hisseder?

Husna dört, Rahel altı aylık hamileydi on gün öncesine kadar. Her ikisinin de kanaması vardır.Sağlık Bakanlığı’na bağlı Dışkapı’daki hastaneye gittiklerini, ancak kayıtlı olmadıkları için hastaneye kabul edilmediklerini anlatıyorlar.

Hania’nın üç yaşındaki oğlu ev kazası geçirir, elindeki çıra damağını deler. Hania’nın kaydı Ankara’da olmadığı için hiçbir hastanenin acil servisi kanamalı haldeki bebeği kabul etmez. Özel hastaneler adres gösterilir. En sonunda bebeğe müdahaleyi bir aile hekimi yapar, kanama durdurulur. Ancak Hania’nın damağının halen cerrahi müdahaleye ihtiyacı var.

İl Göç İdaresi’nin mültecilere yönelik yayımladıkları genelge mültecilerin sağlık sisteminden yararlanmalarını ne ölçüde öngörüyor? Uygulamada neler yaşanıyor? İl Göç İdaresi, mültecilere yardım dağıtma faaliyetini neden belirli vakıf ve derneklere verdi? Bu derneklere aktarılan kaynaklar nereden sağlanıyor? Yardım dağıtımlarında “etnisite” farklılığı gözetiliyor mu? Bu soruların yanıtlarını görünür kılmaya çalışacağız.

Görüştüğümüz mülteci kadınların isimleri güvenlik nedeniyle değiştirilmiştir.

Akane: “Okula, Okumaya Aşıktım”

Çocukluğumdan beri okula, okumaya âşıktım. 41 yaşımdayım. Aydın bir ailem vardı. Kabil’de yaşıyorduk. Ortaokulda okurken Taliban iktidar oldu, çatışmalar yoğunlaştı. Ortaokul ve lisede zaman zaman okula ara vermek zorunda kaldım. Evde kaldığım dönemlerde dikiş dikmeyi öğrendim. Eğitimi tamamlayıp lise diplomamı aldım. Taliban kadınların evden çıkmasına, okumasına karşıydı. Tehlikeyi göze aldım. Şehit Burhaneddin Rabbani Eğitim Üniversitesi’nde Afgan Dili ve Edebiyatı’nda eğitime başladım. Çevreden çok baskı vardı. İkinci sınıfta evlenmek zorunda kaldım. Evlendiğim kişi ortaokul mezunuydu ama okumama izin verdi. Üniversiteyi bitireceğim sene büyük kızım dünyaya geldi. Çalışmak ve Afganistan’daki kadınlar için bir şeyler yapmak istiyordum. Kabil’de devletle ilgili bir kuruluşta çalışmaya başladım. İstatistik merkezi gibi bir yer diyebilirim, nüfus bilgileriyle ilgili bir kurumdu. Dokuz erkek personelle birlikte çalışıyordum. Bunlardan üçü her daim ortamda ben yokmuşum gibi davranırdı. Taliban’ın adamları sürekli binaya gidip gelirlerdi. Onlar geldiğinde yanlarından uzaklaşırdım.

Taliban’ın Saldırısı ve Bitmeyen Ameliyatlar

Bir sabah işe gittim. Sadece üç personel işe gelmişti. Ben rapor yazmaya başladım. Diğer çalışanların aynı anda işe gelmemesi bir tuhaflık olduğunu hissettirtmişti. Saat 10.00 sıralarıydı, çok güçlü bir patlama sesi duyuldu. Camlar kırıldı, her yer toz duman oldu. Odada büyük çelik evrak dolapları vardı. Evrakları yere fırlatıp dolabın içine girdik. Taliban militanlarının “Allah-u Ekber” diyerek yaklaşan ayak seslerini duydum. Odaya girdiler, dolapların kapıları açıldı, taramaya başladılar. İlk kurşunlar yüzüme geldi. Yüzümü hissetmiyordum. Adamlardan biri saçlarımdan tutup yere fırlattı, yüz üstü yere düştüm. Ellerime, bacaklarıma kurşun geldi. Kan gölü içinde yatıyordum. Sonrasını hatırlamıyorum. Diğer üç erkek personel olay yerinde ölmüş. Afgan Polisi geldiğinde yaşıyormuşum. Hastaneye götürmüşler. Tam bir hafta sonra gözlerimi açtım. Bedenimden ameliyatla dokuz kurşun çıkartmışlar. Kurşun yüzümü parçaladığı için yüzüm sarılıydı, müdahale edememişler. Yaklaşık üç ay kadar hastanede yattım. Boğazımdan bir delik açılmıştı, sıvı besin veriyorlardı. Aralıklarla bir yıl hastaneye gidip geldim. Çeşitli operasyonlar geçirdim.

Ankara’da Aylarca Süren Ameliyatlar

Doktorlar, parçalanan yüzümü yeniden yapmalarının tıbbı imkânsızlıklar nedeniyle mümkün olmadığını söyledi. 2016 yılında Afganistan Hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti’ne Türkiye’de tedavi olmam için “tedavi vizesi” verilmesi yönünde girişimde bulundu. Dört çocuğum ben ve eşim vize başvurusunda bulunduk. Bana tedavi, eşime ise refakatçi vizesi verildi. Ama çocuklarımın vizesi çıkmadı. Çok üzüldüm, çocuklarımı Kabil’de bıraktım. Tedavimin uzun süreceğini düşünememiştim. Eşimle Türkiye’ye geldik. Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne gittik. Hastane bize çevirmen vermedi. Doktorla tek bir kelime anlaşamadan ameliyat oldum. Bedenimden kemik alarak yüzüme nakil yapmışlar. Tıbbi sürecim boyunda bir kez bile tercüman gelmedi. Ama maalesef operasyon başarılı olmadı. Yüzüm daha kötü bir hale geldi. İkinci kez ameliyata alındım. İkinci ameliyattan sonra acılarım iyice arttı. İkinci ameliyattan sonra eşimle Kabil’e geri döndük. Çocuklarımı çok özlemiştim. Fakat Kabil’de ağrılarım çok çok arttı. Yüzüm şiş ve iltihaplıydı. Kabil’de hastaneye gittim. Doktorlar sırtımdan alınıp yüz ve çeneme konulan kemiklerin tutmadığını ve yeniden ameliyat olmam gerektiğini söylediler. Bu arada halen boğazdan sıvı ile beslenmeye devam ediyordum. Yeniden Türkiye’ye gitmek için harekete geçtik. Bu sırada Afganistan’daki evimizi sattık. Türkiye’de uzun süre kalmamız gerekiyordu. Ben, eşim ve dört çocuğum için vizeye başvurduk. Bana ve eşime yine aynı şekilde vize çıktı. Ama çocuklarıma yine vize verilmedi.

Bir gün Türkiye Cumhuriyeti elçiliğinde çalışan bir görevli eğer çocuk başına 3 bin dolar ödersem, çocuklar için de vize çıkartabileceğini söyledi. Evimizi sattığımız için paramız vardı. Çocuklarımın da vize alması için Türkiye Cumhuriyeti’nin Kabil Elçiliği’nde çalışan görevliye 12 bin dolar ödedim. Böylelikle cocuklarım için de vize çıktı. 2016 yılının son aylarında Türkiye’ye geldik. Yine aynı hastanede ameliyatlarım yapıldı. “Tedavi vizesi” ile geldiğim halde tüm masrafları biz ödedik. Halen tedavim bitmedi. Örneğin şu anda çenemin tam olarak yerine oturması ve yerlerine diş takılması için ameliyat olmam gerekiyor. Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ne gittim, ameliyat için 40 bin lira istendi. Böyle bir parayı bulabilmemizin imkânı yok.

Korona Sonrası Yaşam, “Açlık İçin Oruç”

Korona salgını öncesine kadar evde dikiş dikiyordum, şapka, patik, atkı, çocuklara yelek, hırka örüp imkân bulduğumda pazarda ya da eş dost aracılığı ile satıyordum. Eşim de komi olarak çalışıyordu. Salgın sonrası işsiz kaldı. Ben de artık satış yapamıyorum. Dört çocuğum var. Kiramız 550 lira. İki aydır ödeyemedik. Ev sahibi şu ana kadar iki sefer aradı. Eşimle ben oruç tutuyoruz. Çocuklar geç kalksınlar istiyorum ki tek öğünle akşamı etsinler. Bir yardımsever mahallede ekmek dağıtıyor. Her gün beş ekmek alıyoruz. Ekmek karnımızı doyuruyor. Başka hiçbir yerden yardım almıyoruz. En son iki ay önce 50 liralık gaz almıştım. Gaz bitti. Çorbayı tüpte kaynatıyorum. Elektrik ve su faturaları gelmeye devam ediyor. Hiçbir yerden yardım almıyoruz, çünkü yardım gelmiyor. Çocuklarım çok olgunlar. Ne yaşandığının farkındalar. Akşamları orucu çorba ve ekmekle açsak da bir yer sofrasında çocuklarımla oturmak aile olduğumuzu ve umutlu olmamız gerektiğini hatırlatıyor.

Hania: Yolda, İnsan Kaçakcıları Çocuklara Uyku İlacı İçirdi

“Kocam, 2015’de Taliban’ın bir saldırısında öldü. Üç çocuğum vardı, dördüncü çocuğumu yeni dünyaya getirmiştim. Kocam ölünce ailesi beni kocamın erkek kardeşi ile evlendirmek istedi. Çok direndim, eşimin ailesinden çok dayak yedim. 2016’da çocuklarımın geleceği için Afganistan’dan kaçma kararı verdim. Ailem maddi destek sağladı. Kocamın ailesinden birileri, kaçacağımı anlamış, çocuklarımdan birini kaçırdı. 12 yaşındaki oğlumu kurtaramadım hala Afganistan’da. Üç çocuğumla yola çıkmak zorunda kaldım. Her gün içim kan ağlıyor geride kalan oğlumu düşündükçe. İnsan kaçakçıları ile İran sınırına gelmek için kişi başı 700 dolara anlaştık. Birkaç kez araç değiştirerek, açlık ve sefalet içinde İran’ın Urumiye kentine geldik. Urumiye’de bir depoya kapattılar bizleri. Depoda 70 belki de 80 kişi vardı. Kaçakçılar, sadece ekmek ve su veriyorlar. Anlaşma böyle. Bir ekmeği aileden iki kişi bölüşüyor. Urumiye’de depoda kalırken bebeğim çok hastalandı. Bir çay bardağı süt için Türk parası ile diyelim 50 lira verdim. Dört gün kadar bu depoda kaldık. İran’dan Türkiye’ye başka bir kaçakçı geçirecekti. Anlaşmamız kişi başı 500 dolardı. Ama birden fiyat 700 dolara yükseldi. Çaremiz yoktu. O parayı ödeyebilenler bulunduğumuz depodan çıkarıldı. Saat 22.00 civarıydı. Ağaçların arasından, tepelik yoldan yaklaşık yedi saat yürüyeceğimiz söylendi. Tahmini 50 ya da 55 kişiydik. Çocuklar yürümekte çok zorlanıyordu. Sabaha karşı altı sıralarında ağaçlık bir alanda kasalı kamyonetler bizleri bekliyordu. Balık istifi gibi bir kamyonete bindirildik. İnsan kaçakçıları, araçlara binmeden çocukları olan kadınlara birer beyaz hap verdi ve bunları çocuklara içirmemezi söyledi. Korktum içirmek istemedim. Hiçbir anne çocuğuna ilacı içirmek istemedi. Eğer ilaçları içirmezsek bizleri dağın tepesinde bizi bırakmakla tehdit ettiler. İlacın çocukları uyutacağını çocuk ağlamasının olmamasının sınırdan geçerken kolaylık sağlayacağını söylediler. Dört çocuğuma da ilacı verdim. Hemen uyudular. Yaklaşık üç saat yolculuk yaptık. Sürekli çocuklarımın nefes alıp vermediklerini kontrol ettim. Üç saatin sonunda bir yerleşim yerine geldik. Arabadan indik, Türkiye’de olduğumuz söylendi. Van’ın bir köyü olduğunu sonradan öğrendim. Arabadan indiğimizde çocuklar halen uyuyordu. Bir ahıra soktular hızla bizleri. İçerde yaklaşık 40 kişi vardı. Bizlerle birlikte 90 kişiyi buldu. Ben ve çocuklarım altı gün ahırda kaldı. Taksilerle araçlar gelip pazarlık yapıp ahırdan insanları alıp gidiyordu.

Ben de sistemi öğrenince bir taksi ile pazarlık yaptım, anlaştım. Artık param da tükenmek üzereydi. Taksici, aynı gece bulunduğumuz yere gelip çocuklarımla beni aldı. Bir saat kadar süren yolculuğun sonunda Van Şehirlerarası Otobüs Terminali’ne ulaştık. Fakat kimlik kartımız olmadığı için otobüsler Afganları almıyorlardı. Amacım Ankara’ya gitmekti. Bir gece terminalde kaldık çocuklarımla. Ertesi gün aynı taksiciyle İstanbul’a götürmesi için 1000 liraya anlaştım. 40 gün kadar Afgan bir ailenin yanında kaldık. İstanbul’da yaşadığımız mahalleden birileri topluca yaşadığımız için polise şikâyette bulunmuş. Polis evi bastı, önce karakolu oradan İl Göç İdaresi’ne götürüldük. İstanbul İl Göç İdaresi kayıtların kapalı olduğunu, istersem başka bir kentte kayıt olabileceğimi söyledi. Çocuklarımla birlikte Ankara’ya gelerek bu kez Ankara Göç İdaresi’ne gittik, kayıt almadıkları söylendi. Ankara’da tanıdık Afganların yanına yerleştim. Evlere temizliğe gitmeye başladım. Bir ev kiraladım, 200 liraya. Yardımseverlerin de desteği ile eve birkaç yatak döşek geldi. Kaydımız olmadığı için çocuklarımı okula yazdıramadım, sağlık hizmetlerinden yararlanamıyoruz. Salgın hastalık öncesi gündüzleri villalara temizliğe gidiyordum. Akşamları da bir lokantanın bulaşıklarını yıkıyordum. Çocuklarımı birbirine emanet ediyordum. Şimdi hiçbir gelirimiz yok. Evde yiyecek hiçbir şey kalmadı. Ev kirasını veremedik. Ev sobalı ama çok uzun süredir odun alamadığımız için soba da yakmıyorduk. Oturduğumuz mahallede bir fırın ekmek veriyor. Bir yardımsever de haftada bir kendi ineklerinden sağılmış sütü veriyor.. Üç haftaya yaklaştı, oruç tutuyorum. Çocuklara süt ile suyu karıştırıp içine ekmek doğrayıp yediriyorum.

Afgan Hamile Kadınlar İçin Acil Çözüm Şart

Afgan Tahmina 9 ay 5 günlük hamile. 32 yaşında. Sekiz, altı ve dört yaşlarında üç çocuğu var. İçinde, üç erkek kardeşinin bulunduğu araç Taliban militanları tarafından bombalanınca ülkeyi terk etme kararı alırlar. İki yıldır Türkiye’deler. Doğumuna sayılı günler var ve sancıdan konuşmakta zorlanıyor. İran üzerinden Doğubayazıt’taki Gürbulak sınırına göçmen kaçakçıları aracılığıyla Türkiye’ye giriş yaptıklarını, bir süre Ağrı’da kaldıktan sonra Ankara’ya geldiklerini anlatıyor.

Ayakta durmakta zorlanması ve belirgin titremesi nedeniyle görüşmeyi evinde sürdürüyoruz. Eve adım attığımızda, çocukların öğle yemeği olarak çayın yanında yarıya bölünmüş ekmek yediklerine tanıklık ediyoruz.

Sözü Tahmina’ya bırakalım:

“Çok kaygılıyım son günlerde. Doğum zamanının gelmesinin de etkisi var ama bizi Türkiye’ye sokan insan kaçakçılarına 500 dolar borcumuz kaldı. Her gün arayıp eğer ödemezsek, Afganistan’daki akrabalarımıza zarar vermekle tehdit ediyorlar. Türkiye’de henüz kaydımız yok. Ankara İl Göç İdaresi’ne gittiğimizde kapalı olduğunu söylediler. Diğer illere gitmek için maddi imkân bulamadık. Salgın hastalık çıkmadan önce eşim her sabah beşte amele pazarına giderdi, mutlaka eve en az 50 lira ile dönerdi, ama artık gelirimiz kesildi. Hiçbir yerden yardım almıyoruz, yardım getiren de olmadı. Üç çocuğum var. Bir de bebek gelecek. Odun yok, yiyecek yok. Ben de eşim de açlık orucu tutuyoruz. Böylelikle günde tek öğün yiyoruz. Bir yardımsever ekmek getiriyor.

Hastane Senet İmzalattırıyor

Her an doğum yapabilirim. Zübeyde Hanım Doğumevi kayıtsız mültecileri doğum için alıyormuş, mahalleden o hastanede doğum yapan kadınlar oldu. Ancak doğuma girmeden senet imzalattırmak şartı ile kabul ediyorlar. Yanılmıyorsam normal doğum için 1000, sezeryanla doğum için 700 lira istiyorlar. Doğum ücretini salgın hastalık bitip de eşim çalışmaya başlarsa öyle öderiz. Hastane almazsa da doğumu evde yapmaktan başka çarem yok. Evin kirası 350 lira. İki aydır ev sahibine ödeme yapmadık. Yeni doğacak bebeğin bez, mama ihtiyacı olacak. Sütümün gelmesi için yemek lazım. Ben şu halde bile oruç tutuyorum tek öğün yemek için.”

Hüsna ve Rahel Bebeklerini Düşüren İki Anne

Hüsna da mahalle sakinlerinden, 28 yaşında. Dört aylık bebeğini yaklaşık 10 gün önce evde düşürmüş. Hüsna’ya kulak verelim:

“Yaklaşık üç yıl önce Türkiye’ye geldik eşimle ve kızımla beraber. Eşim asla savaşmaktan yana değildi. Afganistan’da Taliban’ın çok baskısı var. Erkekleri kendi tarafına çekmek istiyor. Biz Taliban’ı istemiyoruz. Kızım dört yaşında. Kaçak yollarla Türkiye’ye geldik. Salgın öncesi iş bulduğumda gündüzleri ev temizliğine gidiyordum. Eşim ise Ulus’ta bir lokantada bulaşık ve temizlik işlerinde çalışıyordu. Korona salgını çıkınca dükkânlar kapandı. Ben de temizliğe gidemiyorum. Yaklaşık 15 gün önce karnımda şiddetli ağrı başladı. Hamilelikte oluyor bu ağrılar, geçer diye düşündüm. Üç dört günü ağrı ile geçirdim. Beşinci gündü sanırım. Gece sancı ile birlikte kanamam arttı. Dışkapı’daki hastaneye gittik. Evimize en yakın hastane orasıydı. Diğer doğum hastanesi uzak. Taksi ile gitmek gerek, taksi ücreti çok tutardı. Elimizde para yok. Ama acil serviste kayıtsız olduğumuz için bizi almayacaklarını söylediler. Eve geldik. Sabaha karşı, mahallemizde oturan ebe Meryem’i getirdi eşim eve. Bebeği düşürdüm. Çok bağırdım, çok ağladım, çok canım yandı. Hala da içim acıyor. (ağlıyor) Eğer o gece hastane beni kabul etseydi belki bebeğim kurtulurdu.”

Rahel: Altı Aylık Bebeğimi Evde Düşürdüm

Rahel ise 24 yaşında. Sekiz yaşında bir oğlu var. Rahel anlatıyor:

“İkinci bebeğime altı aylık hamileydim. Zaman zaman kanamam oluyordu. Bir kez Zübeyde Hanım Hastanesi’ne gittik, ultrasonla baktılar. Bebeğin düşme ihtimaline karşı iğne yapıldı. Sürekli yatmam gerektiği söylendi. Tam iki hafta önce kanamam başladı. Dışkapı’daki hastane eve yakındı, o nedenle orayı tercih ettik. Hastane kayıtsız mültecileri almadığını söyledi. Eve döndük, sabaha kadar kanamam sürdü. Bebeğimi kendim düşürdüm, elime geldi.“

Sumayah Sekiz Aylık Hamile

24 yaşındaki Sumayah ise sekiz aylık hamile. Biri dört diğeri yedi yaşında iki çocuğu var. Afganistan’ın Kunduz şehrinden Türkiye’ye gelmişler.

Sumayah’a sözü bırakalım:

“Eşim Afgan polisinde çalışıyordu. Polis değil, sivildi evrak işlerindeydi. Taliban militanlarının baskıları çok yoğundu. Eşimi de takip ediyorlardı. Kaçmasaydık kocamı öldüreceklerdi. Korku ile yaşamak nedir bilir misin? Eşime bir şey olsa çok çok acı çekerdim. Ben ısrar ettim. Türkiye’ye kaçmak için altı ay hazırlık yaptık. Eşim insan kaçakçıları ile anlaştı. İran üzerinden Türkiye’ye geldik. Ben de çocuklarım da Türkiye’ye geliş yolunda çok hastalandık. İnsan kaçakçılarının bizleri sakladığı depoda tifo salgını vardı. Erzurum’da bize Suriyeli bir doktor yardım etti. İlaç verdi, aşı olduk. Çok zor günlerdi. Sonra Ankara’ya geldik. Ankara’da kayıt kapalı olduğu için Kırşehir, Kırıkkale ve Yozgat İl Göç İdareleri’ne gittik. Orada da kayıtlar kapalıydı. Ankara’da ev kiralık 350 lira ödüyoruz Eşimin elinden tamirat işleri gelirdi. İskitlerde bir atölyede iş bulmuştu. Ben çalışmıyorum. Ama karnımız doyuyordu. Kiramızı ödüyorduk. Ne zaman bu salgın haberi duyuldu, işyeri sahibi eşimi işten çıkarttı. İki ayı geçti, eve para girmiyor. Eşim yine günlük iş bulmak için sokağa çıkıyor. Ama öyle sokakta iş bulmak da kolay değil. Şu anda gelirimiz yok. Havalar serin, odun alamadığımız için sobayı yakmıyorum. Aşağı caddede bir bakkal var. Geçen hafta eşime bir koli yumurta vermiş. Bir hayırsever de ekmek veriyor ailedeki kişi başı kadar.. Eşim oruç tutuyor, ama ben tutamıyorum, aslında yemek yiyemiyorum ama işte psikolojik olarak iyi değilim sanırım, istifra ediyorum. Dün akşam pilav pişirmiştim. Bu sabah da çocuklara pilav verdim. Akşama yumurta kıracağım. Bizi en çok düşündüren doğum masrafları. Hastanede doğum yapabilecek miyim? Senet imzalattırıyorlar. O da borç. Bizim için 1000 lira büyük para. Ya hastane kabul etmezse evde doğum yaparken ya bebeğimi kaybedersem? Bunları düşündükçe uyku gözüme girmiyor.”

“Açlık Sınırındaki Mültecilere Destek Sağlanmazsa COVID 19’a Karşı Dayanıklı Olmaları Mümkün Değil”

Afgan Mültecileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nin (ARSA- Afghan Refugees Solidarity Association) kurucusu Doktor Zakira Hekman, pandemi sürecinde geliri olmayan, açlık sınırının gerisinde yaşayan mültecilere destek sağlanmaması durumunda COVID 19’a karşı dayanıklı olmalarının mümkün olamayacağını belirtiyor. Hekman, “Hepimiz aynı gemideyiz. Mülteciler de bu gemide. Afgan mülteciler unutulmamalı” diyor. Doktor Hekman, Afgan sığınmacı ve mültecilerin COVID 19 belirtileri gösterseler dahi hastanede “ücret talep edileceği” kaygısı ile her hangi bir sağlık kuruluşu ile temasa geçmediklerini belirtirken yapılması gerekenleri şöyle özetliyor: “COVID 19 belirtileri hisseden bir Afganlı mülteci ya da sığınmacı hastaneye başvurabilir. COVID 19 tedavisinde bir ücret talep edilmemektedir. İlk yapmaları gereken 112 ya da 184’ü aramak olmalı. 184 farklı dillerde de hizmet vermekte. 112 Acil Servis kendilerine gelen başvuruları sıraya koyuyor. Gün içinde mutlaka 112 ekipleri başvuru yapan adreslere gidiyor. Sağlık görevlileri hastayı gördükten sonra hastaneye götürüp götürülmemesi gerektiğinin kararını veriyor.”

Mülteciler Açlıkla Karşı Karşıya

Afgan mülteci ve sığınmacıların ülkelerinde yaşanan siyasal ve ekonomik sorunlar nedeniyle “yeni bir yaşam kurmak” hedefiyle Türkiye’ye geldiklerinin altını çizen Hekman, sağlığın en temel insan hakkı olduğunu ancak “uluslararası koruma” kapsamında olan Afganlıların sağlık hizmetlerine ulaşmakta zorluk çektiğini vurguluyor. Hakmen, “İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü Şubat ayında yayımladığı bir genelge ile Afganlar gibi uluslararası koruma kapsamında değerlendirilen tüm sığınmacı ve mültecilerin sağlık sigortalarını kesti. Türkiye’de bulunan Afgan sığınmacı ve mültecilerin yüzde 98’e yakını günü birlik işlerle evlerini geçindiriyorlar. Pandemi sonrası ortaya çıkan ağır ekonomik kriz mültecileri açlıkla karşı karşıya bıraktı. Gündelik yaşamlarını sürdürmekte zorlanan bu insanların sağlık için bir bütçe ayırmaları imkânsız. Hepimiz aynı gemideyiz. Mülteciler de bu gemide. İşte bu nedenle bu kritik süreçte onlar da unutulmamalı” diyor.

Bebekler İçin Bedava Süt ve Çocuk Bezi Verilmeli

Hekman acil atılması gereken adımları şöyle sıralıyor: “Çok acil, açlıkla karşı karşıya kalan aileler için ekmek ve temiz su desteği verilmeli. Bebekler için bedava süt ve çocuk bezi, hijyenik malzeme temini sağlanmalı. Kalabalık ailelerde özellikle yaşlı insanlar için hızla çözüm üretilmeli. Aksi halde mültecilerin salgına dayanıklı hale gelmeleri mümkün değil.”

Hekman: Mültecilerin Covıd 19 Belirtileri Varsa Tedavi Ücretsiz

Doktor Hekman, Afgan sığınmacı ve mültecilerin COVID 19 belirtileri gösterseler dahi hastanede “ücret talep edileceği” kaygısı ile her hangi bir sağlık kuruluşu ile temasa geçmediklerini belirtiyor. Hekman, “Uluslararası koruma statüsündeki Afganlıların sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanamamaları nedeniyle, ‘hastaneye gidersek ve bize korona teşhisi konulursa ödeme yapmak zorunda kalırız’ kaygısını yaşıyorlar. Ancak mülteciler bu konuda bilgilendirilmeli. Biz elimizden geldiğince yapmaya çalışıyoruz. Ama yetkililere de iş düşüyor. COVID 19 belirtileri hisseden bir Afgan mülteci ya da sığınmacı hastaneye başvurabilir. COVID 19 tedavisinde bir ücret talep edilmemektedir. Bilgisizlik ve çoğu zaman da ‘kayıtsızlık’ durumunun yarattığı ‘sınır dışı edilme kaygısı” Afganlıların zor yaşamlarını iyiden iyiye zorlaştırıyor’ diyor.“

112 Ya Da 184’ü Aranıp COVID 19 Kaygısı Dile Getirilmeli”

Hekman, izlenecek yolu şöyle özetliyor: “Afganlı mülteci ve sığınmacılar korona belirtileri hissediyorsa ilk yapmaları gereken 112 ya da 184’ü aramak olmalı. 184 farklı dillerde de hizmet veriyor. 112 acil servisi, gelen başvuruları, talepleri sıraya koyuyor. Gün içinde mutlaka 112, başvuru yapan adrese gidiyor. Sağlık görevlileri hastayı gördükten sonra hastaneye götürüp götürülmemesi gerektiğinin kararını veriyor. Kimi zaman karantina uygulaması ile takip yapılıyor. Eğer başvuran kişinin durumu ciddiyse zaten 112 Acil Servis hastaneye götürmekle yükümlü. Şu anda Türkiye’nin çeşitli yerlerinde COVID 19 teşhis ya da şüphesi ile yatan Afgan, İranlı sığınmacı ve mülteciler var. Örneğin Ankara’da bir Afgan sığınmacı şu anda evde karantina sürecinde. Şunu da belirtmek lazım. Eğer bir Afgan sığınmacı ya da mülteci eğer COVID 19 ise hane halkının tümü tarama testi ve karantina uygulamasına tabii tutuluyor.”

“Mülteci Çocukların Uzaktan Eğitimi İçin Eğitim Aracı Desteği Sağlanmalı”

Hekman, salgın nedeniyle okulların kapanmasıyla mülteci çocukların da uzaktan eğitime başladığını anımsatırken, ailelerin eğitim araçlarını sağlamasının mümkün olmadığına işaret ediyor. Hekman, “Aileler Türkiye’ye geldikleri andan itibaren çok zorlu hayatlar yaşıyorlar. Günlük olarak giderlerini karşılıyorlar. Türkiye’de kayıt olabilen ailelerin çocukları eğitim hakkından yararlanabiliyor. Ancak ailelerin bilgisayar ya da televizyona ulaşma imkânları yok. İnternet kotaları ise eğitimi takip edecek güçte değil. Dil bariyerine takılan çocuklar uzaktan eğitimi anlayamıyor. Mülteci çocuklara TV, bilgisayar ve internet desteği sağlanmalı. Hem çalışıp hem okuyan üniversiteli gençlere kredi, burs imkânı sağlanmalı” çağrısında bulunuyor.

Yazar Hale Gönültaş
  • Paylaş

POPÜLER İÇERİK