Saraç Oğlu, Taş Delen Oğlu, …

Saraç Oğlu, Taş Delen Oğlu, …

Eğer bir kentle ilgili kararları, kentin merkezinde ve en önemli yerindeki büyük bir toprak parçasını devlet kendi aklıyla çözecekse ve ilçe belediyesi de il belediyesi de bunu normal, uygun, hatta iyi buluyor ve savunuyorsa, biz neden ilçe belediyesi için seçim yapıyoruz ve belediye meclisleri, belediye başkanları seçiyoruz? Alper Taşdelen’e bir gerek var mı?

Çankaya Belediyesi’nin alacağı/alabileceği kararların hepsini de devlet alamaz mı? Yukarıdaki düşünce yapısına ve tutuma bakarak, “her şeyi devlet de yapabilir” diye yanıtlamamız gerekmez mi? Tek fark, oturduğu koltuktan, bazen kimi kayırabileceğine, kime el öptüreceğine karar verebilme yetkisi mi?

ABB ve Çankaya Belediyesi, neden bu devlet projesine karşı çıkmıyorlar ve ona karşı hiçbir tutum takınmıyorlar? Hatta Çankaya Belediyesi daha da kötüsünü yaparak bu projeyi destekliyor ve bunun doğru bir proje olduğunu, iyi bir proje olduğunu aktif bir gayretkeşlikle savunuyor.

Çankaya Belediyesi’nin bu gayretkeş savunusun arkasında iki temel neden bulunuyor: birincisi, demokrasiye, yerel demokrasiye, yerel demokrasinin geliştirilmesine /ilerletilmesine /ilerletebileceğine inanmıyor.

İkincisi, Ankaralılara inanmıyor. Öyle ya “Ankaralılar, Gençlik Parkı elden giderken ne yaptılar, Hacıbayram bir simülasyon sahnesine dönüştürülürken ne yaptılar, Kale’nin restorasyonu sırasında ne yaptılar, Gar elden gidip acayip bir kullanışa dönüşürken ne yaptılar? Hiç.” diye düşünüyor. Ankaralıları koyun gibi görüyor. Oysa Ankaralıların içinde en azından direnen, keçi gibi olan bir kesim de var. Ama Ankara’nın belediyeleri onları görmüyor, onlarla ilişki kurmaktan korkuyor. Aslında iktidar, belediyeleri korkutuyor.

Korkunun temelinde, elbette, merkezi yönetimle ilişkileri iyi tutmak, onun yaptığı hiçbir şeye karşı çıkmayarak yaltaklandıklarını göstermek ve böylece iktidarın onları (belki de şimdilik) rahat bırakmasından doğacak esneklikleri kullanabilmeyi umuyorlar. Bu hesap içinde önemli olanın, Ankaralılar/hemşeriler olduğunu düşünmek zor. Önemli olan siyasi örgütlenmelerdeki çıkar çarkları, politik kazanımlar ve koltuklar, pozisyonlar… Başarısız görünmemek için pasif ve itaatkâr görüntüyü korumak ve bunun, “politik olarak doğru” olduğuna kentlileri ikna edebilmek.

None

“Ankaralılar olarak kentin kimliğine/yakın tarih de olsa tarihselliğine yapılacak müdahalelerin, tartışmaksızın ve gizli tutulan projelerle yapılmasını istemiyoruz.”

Bu durumda, Haydarpaşa için İBB neden karşı çıkıyor? Belediye olarak söz hakkı olmadan, hemşerileri adına oradaki kamusal çıkarları koruyamadan yerel politika yapılamayacağını düşündüğü için… Taksim için de Galata Kulesi için de öyle, Kuzey Ormanları için de öyle, Kanal İstanbul projesi için de, metro projeleri için de öyle… Kendi başına düşünebilecek, proje geliştirebilecek beceriye sahip yerel bir yönetim gibi davranmayı yeğliyor. 

Elbette, bu karşı çıkışlar, çok karmaşık ve çok boyutlu, birçok çıkar katmanındaki çatışmalar söz konusu. Ancak bir kentin demokratik mücadeleleri bakımından, kent toplumu bakımından, bütün bu karşı çıkışlar içinde, kentliler, taleplerine ve gelecek isteklerine bir yer yaratıyor. Bunu yaratabilmesinin koşulları, çoğul bir politika yürüten yerel yönetimin, sahnede bir aktör olarak bulunması nedeniyle çoğaltılmış oluyor.

Oysa Ankara büyükşehir belediyesi öyle mi? Hele Çankaya Belediyesi öyle mi? İktidar karşısındaki tutumları gösteriyor ki, sadece, ipleri iktidarın elinde birer kukla rolünü oynamaktan başka bir arzuları yok. Sahnede değilmiş gibi olmasınlar ama iktidarı da gücendirebilecek hiçbir şey de yapmasınlar…

Bu yerel yönetimler, Ankara halkı için, tam olarak bir aşağılama, en azından onu hafifseme gibi görünüyor. Ancak böyle yaptıkları kadar kendi varlık nedenlerini, yerel yönetim düzeyinin bir anlamı olduğu fikrini de öldürüyorlar. Yerel politikayı, kimin çıkarlardan yararlanacağı, kimin yakınlarının daha çok ve öncelikle nemalanacağı, kayrılabileceği yarışına indirgemiş oluyorlar.

Gerçekten, Ankaralılar şu soruyu sormazlar mı? Eğer Ankara’nın merkezinde ve çok büyük bir kentsel bölge için karar alınırken, onaylamaktan ve yaltaklanmaktan başka yapabileceği hiçbir şey yoksa, kentin bir parçasının ne olacağını devlet ve onun müteahhitti bile daha iyi biliyorsa, yerel bir kademeye, neden gerek olsun? Neden zahmet edip, böylesine işlevsiz ve paspas gibi kendisini çiğnetmeye özen gösteren bir yönetim kademesine oy verme zahmetinde bulunalım?

***

Ekonomik kriz var. İşsizlik var. Hele genç işsizliği, bütün genç kuşağın üstüne boğucu bir tehdit gibi binmiş. Herkes kaçmak ve kurtulmak istiyor. Kent halkı giderek yoksullaşıyor ve yoksullaşma tehdidi büyüyor. Ayrıca sağlıkla/bulaşıcı hastalıkla ilgili çok ciddi bir tehdit, bütün kenti çökertmiş gibi. Herkes korkuyor ve çaresiz. Böyle bir ortamda, Saraçoğlu’nun, öyle ya da böyle olması için mücadele etmeye değer mi? Hatta buna gerek var mı? Bu, öncelikli mi?

Devlet ve onun müteahhidi, “restorasyon yapacağım” diyor. “Tescilli ağaçları kesmeyeceğim” diyor. Çankaya Belediyesi de “Projeye de baktık, göl var, havuz var, kafeler var, kebapçılar var ve ortalama bir Ankaralının isteyebileceği her şey var. Proje çok güzel onay veriyoruz.” diyor . Güzel olan bir projeyi ister devlet yapsın ister özel sektör yapsın ister belediye yapsın, ne fark var? Neden şimdi, böyle bir sahne kurulmuş ve içine güzel kafeler-pastaneler yerleştirildiğini gösteren reklam filmleri yapılmış, promosyon fotoğrafları çekilip-asılmışsa, karşı çıkalım?
 

“Oysa Ankaralıların içinde en azından direnen, keçi gibi olan bir kesim de var. Ama Ankara’nın belediyeleri onları görmüyor, onlarla ilişki kurmaktan korkuyor. Aslında iktidar, belediyeleri korkutuyor.”

Kavga-dövüş olmadan, ‘karşı çıkmak uğruna karşı çıkmış’ durumuna düşmeden, yapılacak böyle güzel bir projeyi neden desteklemeyelim? Halk bu mücadelelerden yorgun düştü ve artık sadece, eskiden kendisine kapalı olan bu yerdeki kebapçıya gidip, huzur içinde ayranını içmek istiyor.

İki belediye de böyle bakıyor ve böyle bakmakta ne kadar haklı olduğunu düşünüyor.

Göl ve kafe-kebapçı illüstrasyonu, Ankara için bu kadar önemliyse, ya da gerçekten önemliyse, yerel yönetimler, neden yürümekte olan bir işleyişe çomak soksun? Kabullenelim ve huzur içinde, bundan sonra bizler için alınacak güzel kararları bekleyelim…

Ankaralılar olarak, yoksulluk içinde, işsiz, hastalığın bulaşmasından korkuyor olabiliriz, ama yine de “bu kararlar nasıl alındı? Kim aldı?” diye sorabiliriz.

“Bu projenin uygulanmasından doğacak parasal yararlar, spekülatif rant, kimin cebine gidecek ve neden öyle olması gereksin?” diye sorabiliriz.

“Kentim merkezinde kamunun elindeki toprakların, kamunun elinde kalması önemlidir ve bunu izliyoruz” diyebiliriz.

“Saraçoğlu, Ankara’nın en önemli sorunu değil ve pek çok hayati sorun var; ama bilinçli olarak çökertilen mahalleye iş makinaları girmiş durumda ve bu nedenle Saraçoğlu öncelik kazanmış durumda ve sorun acil” diyebiliriz.

“Ankaralılar olarak kentin kimliğine/yakın tarih de olsa tarihselliğine yapılacak müdahalelerin, tartışmaksızın ve gizli tutulan projelerle yapılmasını istemiyoruz” diyebiliriz.

“Orada oluşmuş ve kendi doğallığı içindeki bahçeler, ağaçlar, çalılar ve bütün doğa, kuşlar ve ekolojik dengeleri sağlayan küçük böceklere kadar her şeyi, kepçelerin hoyratlığına bırakamayız” diyebiliriz.

Önemli olan ve yerel yönetimlerimizin de anlamadığı şey, belki de var olduğunu bile bilmediği keçiyi ortaya çıkartmak ve Ankaralılar olarak uysallaştırılmış ve teslim olmuş koyunlar gibi güdülerek yaşamak istemediğimizi gösterebilmek…

Yazar Akın Atauz

POPÜLER İÇERİK