Kent, kentlilerin birbirilerine ve inşa ettikleri uygarlığa karşı bir taahhüdü, bazen sessiz bazen de yazılı bir sözleşmesidir. Herkesin bir diğeri için yapabileceği, verebileceği ya da alabileceği bir şey vardır kentte ve bütün bu alışveriştir (hep ticari olmak zorunda da değil) kenti insan uygarlığının merkezine oturtan. Kent, insanlığın yerleşik hayat deneyiminin binlerce yılda damıtılmış halidir. Evrene ve birbirimize dair bütün bildiklerimizin özetidir.
Kimi zaman en katı ve kati haliyle yasalar, yönetmelikler, kurallarla vücut bulan, kimi zaman ise birbirini tanıyan ve ortak bir kaderi paylaşan kentlilerin binlerce yılda neredeyse ortak bilgi ve duyarlılıklarında ortaya çıkan bir özet. Bütün o yasalar, yönetmelikler, kurallar, ortak yaşamın, hem de bu büyüklükte bir alanda bu kadar çok insan için, asgari koşullarını herhangi bir tesadüfe bırakmadan sağlamanın yolu. Ancak bu sağlamcılık beraberinde kaliteyi de getirmiyor.
Aklımızın bu özetleme, standardize etme becerisi, aslında duyarlılıklarımızı hayata geçirmenin aracı olmalı. Bu ortak duyarlılıklarımız, kaynaklarımızın sınırlı, toprağın değerli, yeşilin az olduğu bir çevrede yüksek katlı binalarda nasıl yaşayacağımız ile bütün o çok katlı binalarda yaşayanların tüketecekleri enerji ve üretecekleri atığı değerlendirme arasındaki dengeyi arar. Ulaşımı, yüksek kaldırımlarla ve asfalt arasındaki ilişkiye indirgemez, kentin tüm olanakları ve kaynaklarına erişebilmenin imkânları açısından bakar.
Kentin servislerini ve olanaklarını kentlilere karşı bir güç kullanmanın aracı olarak görmez (İstanbul’un ulaşım ağını, ulaştırmamanın bir aracı haline getirmez mesela). Kenti, kentlilerin toplam bilgisinin ortalaması ile değil, en yüksek bilgi, en geniş bakış açısı ile ama en az bilen ve olanaklara en az ulaşabilenler için geliştirilen politikalarla idare eder. Ortak duyarlılıklarımız evlerimizin yüksekliği, onları birbirine bağlayan merdivenler, o merdivenlerin korkulukları arasındaki ilişkiyi sadece inşaatın maliyeti açısından değil, insanca yaşayabilmenin hem ekonomik hem de sağlıklı koşulları açısından değerlendirir.
Pencereleri, yönetmelik istediği için değil, gün ışığını, temiz havayı, dalgın dalgın uzaklara bakabilmeyi bir hak olarak gördüğü için yapar. İşte bu ortak duyarlılık ve akıl, caddenin karşısını, binanın üst katını, kaldırımın üstünü, lavabonun musluğunu, pencerenin kolunu, sokağın lambasını, trafiğin işaretini, asansörün düğmesini ve sayamadığımız daha nice şeyi herkes için, hepimiz için “ERİŞİLEBİLİR” kılmayı düşünür.
Yorumlar (0)