Ankara Türkiye’deki diğer kentlerden farklı bir kent. Bu fark, sanırım, olağan ve geleneksel bir Orta Anadolu kentinden, modern çağın en büyük metropollerinden birine dönüşmesindeki yöntem, hız ve ideolojik gücün farklı ve kendisine özgü olmasından kaynaklanıyor. Ankara, ülkedeki sosyo-kültürel atmosferi ve ideolojik çatışmalardaki konumuyla, nasıl 20.yüzyılın başında güçlü bir iradeyle moderne doğru tasarlandıysa, 21. yüzyılın başında da 180 derece tersi bir doğrultuda, geleneğe veya modernin teknolojisine değil de sadece anlamına karşı açılan kin dolu ve kör bir kötülüğün tasarlanmasıyla hırpalandı.
Ankara diğer kentlerden, kent yönetiminin, kente karşı bu kasıtlı kötülüğünün etkisi ve sonuçları bakımından da ayrılıyor.
Şunu da belirtmeliyiz ki, 1980 sonrasının neoliberal mekan politikaları, Ankara üzerinde kasıp-kavuran bir etki yarattı. Sonuç olarak bugün karşı karşıya olduğumuz kent, artık delik-deşik, belki bütün kentler gibi ruhunu ve kimliğini yitirmiş, acınası bir durumda… Böyle bir aşamaya gelindiğinde önümüze ya “nostalji” ve geçmiş zaman günlerine hasret ya da yeniden kenti bu defa daha gerçekçi bir biçimde kurmak için (belki artık olmayan) Ankaralıların kentleri için mücadeleyi göze almaları gibi iki seçenek çıkıyor.
Bilge Güven Kızılay’ın kitabı daha çok birinci yaklaşıma yakın gibi duruyor, ancak onda da mücadeleci bir ruh var. Kitabı ilginç yapan özellik, galiba, Ankara’yı bir mekan ve mekansal dizgenin özellikleri açısından değil de toplumsal, özellikle de kentin kimliğinin örtük (veya Kızılay’a göre kahramanlaştıkları için açık) öznelerin Ankara’ya verdikleri kimlik/ruh bakımından ele almasında… Bu yüzden kitabın adı: Ankara Diye İnsanlar Vardır.
Yazar Ankara üzerine anılardan oluşan birçok denemeyi bir araya getirmiş ve bu kitabı oluşturmuş ama kitap bundan ibaret değil. Asıl göstermek istediği, sanırım, Ankara’nın var edilmesine, yaşamasına ve gönenmesine anlam vermiş, katkıda bulunmuş olanların, bu kentin gerçek kimliğini oluşturdukları savı. Mekanların (camilerin, kulelerin, görkemli yapıların, nadide manzaraların vb.) değil de kentin mekanında yaşayan önemli veya önemsiz kişilerin, bu kentin gerçek ifadesi olduğu…
Kentin referansını açıkça “insanlardan” aldığını savunması bakımından ilginç bir kitap. Ancak Ankara’yı Ankara yapan bu “insanlardan” ne kadar kaldı ve kenti, coğrafyası, tarihi, bugünün mücadelelerini yapan kent halkının gücü ve politik gücü bakımından değerlendirmeye, yine de gerek var. Üzerinde epey tartışma yapabileceğimiz bir kitap. Künyesi şöyle:
Bilge Güven Kızılay (2024), Ankara Diye İnsanlar Vardır, Hep Kitap, İstanbul
***
Özkan Aras’ın kitabı, bütünüyle Orhan Veli üzerine gibi duruyor ama aynı zamanda 1950’lili yıllar öncesi Ankara ile de ilgili. Başka bir deyişle, Orhan Veli’nin Ankara’sını, onun yaşadığı, gezip-dolaştığı ve kendisini var ettiği mekanları ayrıntılarıyla anlatıyor. Belki Orhan Veli’nin şiirinde Ankara pek geçmiyor, şiiri daha çok İstanbul’u anlatıyor, ama onun bu kimliğinin ve düşüncelerinin yoğrulduğu yer Ankara. Başladığı liseden beri Ankara’da yaşamış, burada çalışmış, arkadaşlar edinmiş ve en önemlisi Ankara’nın sanat ve kültür atmosferinin yapıcı-yaratıcı ögelerinden biri olmuş.
Kitap, bir “araştırma-inceleme” kitabı ve burada yolu Ankara’ya düşmüş, burada bir süre yaşamış veya bu kentin entelektüel atmosferinden geçmiş pek çok edebiyatçı, sanatçı ve onların dünyasına karışan sıradan insanlar, garsonlar, lokantacılar, pastacılar de yer alıyor.
Bu nitelikleriyle kitap, bir bakıma Bilge Güven Kızılay’ın tezini doğrulamak gibi bir işlev de kazanıyor: Ankara’yı asıl var eden “insanlar” kimlerdi ve nerelerde/ nasıl yaşadılar, kentle nasıl etkileştiler vb. konularında, güçlü ve canlı örnekler sunuyor.
Kitaptaki bazı bölüm başlıkları (Solfasol’de de zaman zaman konu edilen) yerlere dair:
Dört Kişi Parkta Çektirmişiz (Zafer Parkları), Üç Nal Lokantası, Yahudi Mahallesi, Hergele Meydanı ve Orhan Veli, Yüzbaşıoğlu Apartmanı/ Tercüme Bürosu, Karpiç Baba’nın Efsanevi Lokantası, Acem’in Meyhanesi, Şükran Lokantası, Özen Pastanesi, Kutlu Pastanesi, Yüksel Caddesi’nde bir Bodrum Katı, Altındağ, Ankara Tren İstasyonu ve Garı, vb.
Kitap, gerçekten bir merakın ve tutkunun ürünü. “Orhan Veli’nin Ankara halinin” anlaşılması için içten bir çabanın ürünü ve akıcı bir anlatımla 1950 ve öncesindeki kenti gözümüzde canlandırabilmemiz için iyi bir kaynak.
Bu iki kitap, bir bakıma kentlerin kendilerine özgülüklerini nasıl yaptıklarının-yakıştırdıklarının, kentsel kültür veya kentin kültürü dendiğinde neleri nasıl anlayabileceğimizin, iki iyi örneği gibi. Ama Özkan Aras’ın kitabı, bugün artık Ankara’da pek kalmamış gibi duran edebiyat-edebiyatçı-sanatçı ilişkilerini ve onların Ankara’nın kültür ve sanat dünyasını nasıl kurduklarını daha çok anlatıyorlar.
Kentlerin kültürü, elbette sadece yakın geçmişteki sanatçılardan-entelektüellerden oluşmuyor; kendilerine özgü bir geçmişten ve geçmişin birçok katmanından geliyor. Bunların yakın geçmişte olmayanlarını, neredeyse hiç bilmiyoruz, onların varlığına dair hiçbir şeyi anımsamıyoruz bile, devamlılıkları sezemiyoruz, ama onlar, yine de kentsel kültürün bir parçası. Onların Ankara’yı yapan/ kuran katkılarının neler olduğuna dair ancak bazı sorabiliyoruz:
- Roma Ankara’sındaki tiyatroda, Ankaralı yazarların da oyunu oynanıyor muydu, tiyatro sanatçıları nasıl yaşıyordu?
- Bizans Ankara’sında şairler, edebiyatçılar veya düşünürler/ felsefeciler var mıydı?
- Hacı Bayram’ın öncesinden beri, tekkelerde okunan ilahileri ve manzum eserleri kimler yazıyordu veya nasıl bir anonimlikle düzenleniyordu ritüeller?
Eğer bunları bilmek, “bugünün Ankara’sını bilmeye nasıl bir katkıda bulunacak?” demiyorsanız, Orhan Veli’nin sokaklarını, meyhanelerini ve pastanelerini bilmenin de kentin kültürel-entelektüel atmosferinin ve dolayısıyla kimliğinin oluşumuna dair merakduyuyorsanız, bunlar okumaya değer kitaplar…
Kitabın tam künyesi şöyle:
Özkan Aras (2023), Ankara’da bir Garip Orhan Veli Orhan Veli’nin Ankara’sı Anılar Mekanlar Portreler, Dorlion Yayınları, Ankara
***
Ankara Araştırmaları Dergisi (AAD), bildiğiniz gibi on yılı aşkın bir süredir, düzenli olarak yayınlanıyor. Ankara İline ve çevresine dair seçilmiş makaleler yayınlanıyor.
Derginin bu sayısı (cilt 11, sayı:2) Ankara ve Ankaralılar için ilginç birçok makaleyi kapsıyor. Makalelerin tam adlarını ve yazarlarını belirtmek çok yer kapsayacağı için bunu dergiyi merak edenlerin bu sayıyı edindiğinde görmesine bıkarak, sayının bütünü üzerinden bir tanıtım ile yetineceğim.
Önce Ankara kenti ile ilgili olmayanlardan başlayalım. Bu nitelikte iki makale var. Biri Polatlı ilçesinin nüfus gelişimini ve mahallelere göre yoğunluklarını inceliyor. İkincisi ise Gordion’daki olası bir ortaçağ dönemi yerleşmesine ait yeşil sırlı çömlek parçaları/ seramikler üzerinden, toplumsal yaşam ve bazı özellikler üzerine sonuçlar çıkarmayı amaçlıyor.
Ankara kenti ile doğrudan ilgili olan makalelere de iki alt başlığa ayrılabilir: Bunlardan biri kentin bir parçasının (Karakusunlar) topografik değişimi ve bu değişimin hem nasıl bir “düzleşme “ yarattığı, hem de toplumunu bu yörede yaşayan insanlarının belleğini ve anılarını nasıl dönüştürüldüğünü veya yok ettiğini inceliyor. Balgat ile ODTÜ arasında kalan yerin ilginç bir öyküsü var. Bu makale aynı zamanda, tarım ve hayvancılık arazilerinin nasıl kentsel betonlaşmaya dönüştüğünün, ayrıntılı ve titiz bir öyküsü olarak da okunabilir.
Benzer bir biçimde “Papazın Bağı” olarak adlandırılan şimdi yoğun kent içi bir mekana dönüşmüş olan arazi parçasının geçmişte çevresindeki bağlar ve içindeki bir bağ evi niteliğinden, bugünkü “kentsel doğa” diye ifade edebileceğimiz başla bir kategoriye doğru evrilişinin serüveni. Yer ile ilgili olmakla birlikte, aynı zamanda sosyolojik olarak da inceliyor Papazın Bağı’nı. Bu makale nedeniyle bazı kentlerdeki ve Ankara’daki, “kentsel doğa” parçası türünü, geleceğin gözüyle düşünebiliyoruz.
İkinci başlıkta Ankara’daki kültürel süreçler ve bunların kentin kimliği ile ilişkilenmesi bakımından ilginç iki makale bulunuyor. Birincisi, Ankara’dan söz eden pop şarkılarındaki imgelerin nitelikleriyle ilgili (üzgünlük, uzaklık, yalnızlık, kar ve yağmur, gece, grilik, sarhoşluk ve denizsiz olma). Hepsi kentle ilgili olumsuz temalar.
İkincisi ise Ankara’dan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın (CSO) kültürel etkinlikler bakımından konumunun (şimdi bulunduğu yerin) cumhuriyet dönemi boyunca nasıl bir değişim geçirdiğini ve Cermodern ile birlikte CSO’nun Ankaralılar için kültürel olarak nasıl bir anlam taşıyabileceği tartışıyor. Makaledeki savlar geliştirilirken, Ankara’nın kültür ve sanatın da başkenti olduğu Cumhuriyetin ilk döneminden sonra, kültür ve sanatın artık devlet eliyle değil de sivil inisiyatifle ve özel sektörün öncülüğünde İstanbul’a taşınmasıyla oluşan yeni durumun dikkate alınmasını öneriliyor.
Dergide bir “görüş yazısı” yer alıyor. Aslında bu da, kamusal yönetim eliyle kaybedilmekte, hatta yok edilmekte olan (1938’de beri yaklaşık %60’ı elden çıkarılmış, kalan kısmı da parçalanmış ve zavallı bir durumda olan) AOÇ için yeni bir yönetim modeli öneriliyor. Eğer sorun “kentliler, üniversiteler, meslek odaları, sivil toplum örgütleriyle” katılımcı ve “yönetişimci” bir anlayışla ele alınırsa, diğer bir deyişle toplumdaki bireylere “aktör” olma fırsatı verilirse, kent bakımından nasıl kamusal yararların oluşabileceği konusu tartışılıyor.
Derginin bu sayısının gerçekten ilginç ve sıra dışı bir sayı olduğunu söyleyebilirim. Umarım sayıyı yakından inceleme şansınız olur. Bu makalelerin hepsi de, Ankara kenti ile ilgilenenler için çok ilginç tartışmalar geliştiriyorlar. Belki her biri üzerinde ayrı ayrı oturumlar geliştirilip tartışılabilse, ilginç bir hemşeri bilgisi ve kente sahiplenme arzusu gelişebilir?
Yorumlar (0)