Ankara’da can bulan ve alanında fark yaratan işlerin en güzel örneği Sahne Dergisi. Bundan 8 yıl önce Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) çatısında merhaba dedi tiyatro severlere. O zaman bu zaman, fikir ayrılıkları, yol ayrımları yaşansa da pek çok kişinin emek verdiği dergide en başından beri bu işin içinde olan bir isim Murat Demirbaş. Elini taşın altına koyarak son 3 yıldır tek başına üstlenerek Sahne’nin sorumluluğunu, bildiğinden şaşmadan yolunda ilerliyor.
Onur Çarşısındaki küçücük ama bir o kadar sevimli ofisinde görüştük Demirbaş’la. Röportaja başlamadan son sayıyı önümüze çıkarıp baskı kalitesinin günden güne nasıl değiştiğini anlatıyordu heyecanla. Her seferinde matbaaya kalıp parası ödemelerine rağmen kirli kalıpların yarattığı sıkıntıları sıralıyordu. Sonra da gülerek ekledi “Bir dergiye yazı nasıl yazılır onu bile bilmezken şimdi neler konuşuyoruz… “
“Dışardan dergi alıp okuyor ama dergicilik nedir, dergiye yazı yazarken neye dikkat edilmesi gerekir onu bile bilmiyordum. Allahtan yanımızda çok deneyimli ağabeylerimiz, hevesli genç arkadaşlarımız vardı. Yaparak öğrendik. Kervan yolda dizilir hesabı o kadar basit şeyler için o kadar zaman kaybettik ki. Mesela bizim dergi başlarken sırtlı mı olsun tel zımba mı olsun tartışması çok büyümüş, neredeyse ideolojik bir tartışmaya dönmüştü. 2 ay tartıştık. Önce tel dikiş çıktı şimdi sırtlı çıkıyor. Bu bir süreçmiş demek ki. Kör topal, yalan yanlış bildiğimizle, birilerinin bize söyledikleriyle başladık. “ diye anlatıyor o günleri Demirbaş.
Genç Yazarlar Yetiştirdik Dil Tarih Tiyatro Bölümü Hocalarından Ayşegül Yüksel’in kendilerine “Siz gençler olarak yazın. Genç kuşak yazsın, yorumlasın, genç tiyatro eleştirmenleri yetişsin. Sizin bakışınız hakim olsun biz biraz kenarda duralım.” öğütlerini başlarda yanlış anladığını da itiraf ediyor. “Biz sanıyorduk ki hocalarımız bize destek vermekten çekiniyor oysa şimdi çok önemli bir şeyi fark ettik hakikaten bayağı genç yazar yetiştirdi Sahne” diyor.
Sahne şu an Türkiye’nin her yanına olduğu gibi Türki Cumhuriyetlere ve Harvard Üniversitesinin kütüphanesine kadar ulaşıyor. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen’in bir sohbet sırasında Türkiye’nin bir opera dergisine ihtiyacı var demesiyle tiyatronun yanında opera bale yazıları da yer almaya başlıyor Sahne’de. “Türkiye’de tiyatro opera bale konusunda tek geçen hocalarımızın tamamı bizde yazıyorlar. Sayfa sayımız arttı, her şeyimiz büyüdü ama biz küçüldük. Taşıdığımız yük çok artmaya başladı ve biz altında ezilmiyoruz ama çok zor duruyoruz.” diyerek özetliyor şu anki durumunu Demirbaş. Derginin çıkamaya başladığı günden bu yana en büyük destekçisinin Devlet Tiyatroları (DT) olduğunu belirterek ekliyor Demirbaş, DT hep yanımızda oldu ama Sahne Dergisi hiçbir zaman DT’nin yanında olmadı. Devlet Tiyatrolarının varlığından yanayız bunda tarafız ama oyunlarıyla ilgili bizde her türlü eleştiri çıkmıştır. Çünkü biz işimizi iyi yaptıkça onlara katkımız olur. Onlar bizi her zaman destekledi ama bu hiçbir zaman aidiyet olmadı. Söylememiz gereken sözleri söylüyoruz.
Bizi Medya Plaza Sanıyorlar
“Sahne Dergisi denilince bizi medya plaza sanıyorlar. Biz 4-5 metrekarelik bir alanda tek telefon iki masa, yarı çalışan bir bilgisayarla yapıyoruz bu işi. Şu kadarını söyleyeyim; ben bizim derginin net ağırlığını biliyorum. Biliyorum çünkü 2-2,5 yıl öncesine kadar ben o dergileri sırtımda taşıdım. Arabamın arkasına dergileri dolduruyor tek tek adreslere bırakıyordum. İnsanlar postayla bırakıldığını düşünsün diye bir de poşetliyordum. “
İstanbul’a Kan Ankara’dan Gider
Ankara’da bu işi yapmanın avantajları, zorlukları neler diye sorduğumuzda hiç de yabancı olmadığımız bir yanıt alıyoruz “Tiyatronun başkenti Ankara. Tiyatro Ankara’da üretilir sonra İstanbul’a kan tiyatro anlamında Ankara’dan gider. Tiyatro burada konuşulur, tartışılır karar verilir. İstanbul piyasadır ama oraya kanı veren Ankara’dır. Büyük işlere imza atan oyunculara bakın hepsi Ankara’dan gitmedir. Yönetmen, yazar, oyuncu bu işi bilenler Ankara’da yetişir bunlar avantajları. Dezavantaj piyasa dışındayız. Bunu İstanbul’da yapıyor olsaydım ekonomik olarak daha rahat ederdim. Burada tırnaklarınızla kazıdığınız şeyi orada ellerinizle yapıyorsunuz. ”
Ankara’nın Hayat Damarları Küçüldü
Ankara’da yerel basının güçlü olmayışını Ankara’nın kent olamayışına bağlayarak sözlerini şöyle sürdürüyor Demirbaş “Kentin nabzının attığı yerler vardır. Bu yerler ne kadar çoğalırsa o kent sesini ulusal anlamda da uluslararası anlamda da duyurabiliyor. Yüz ölçümüyle, insan sayısıyla, bina sayısıyla bir kentin büyüklüğünü ancak hacmen ölçebilirsiniz, Avrupa’da bazen bir kent sadece bir opera binasıyla anılır. Bazen garıyla anılır. Bizde işin bu tarafı ihmal ediliyor.
“Ankara insan sayısı, araç sayısı olarak büyüdü ama hayat damarları küçüldü. Kent olarak büyümedi sorun bu. Belediyelerin artık yol, park yapmaktan vazgeçip başka şeyler yapmayı düşünmeleri gerekiyor”
Koskoca Atatürk Kültür Merkezimiz var başka kentlerin günlerini düzenlemek dışında ne işe yarıyor. Devlet Tiyatrosunun Ankara’da kendi mülkiyeti olan tek sahnesi Çayyolu. Devlet Opera Balesinin merkezi burada, kaç kişilik salonu var? En fazla 600 kişilik. 600 kişi nedir ki. Bu şehrin bin, bin beş yüz kişilik salonlara ihtiyacı var. Nabız buralarda atacak. Son yıllarda Ankara’da açılan alışveriş merkezi sayısıyla açılan salon ya da kültür merkezi sayısını karşılaştırın durum ortaya çıkacaktır. Burası başkent. Başkent demek yalnızca genel müdürlüklerin olduğu yer anlamına gelmemeli. Hoş bıraksak başkenti de İstanbul’a taşıyacaklar. İnsanların müzik dinleyebilecekleri, sergi gezebilecekleri , oyun izleyebilecekleri yerler yok. Ankara büyüyor, genişliyor ama yükselmiyor. Yükselme belediyecilik anlayışının değişmesiyle olur. Ankara’da yıllardır adam gibi şehir tiyatrosu yapılamadı. Ankara’nın İstanbul, İzmit, Eskişehir gibi şehir tiyatrolarının olması lazım. Tüm bunlar yokken bu şehrin medyası olur mu? Olsa ne yazacaksınız?
Yorumlar (0)