Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Bir Kırılma Anının Adı; Yeniden Kuruluş!

Tarih bizi bu kırılma anında yeni bir kurucu irade geliştirmeye çağırmaktadır. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bugünkü bütün siyasal düzen yeniden kurulurken biz sosyalistler mevcut durumu aşacak bir kurucu iradeyle bu süreci karşılayarak yol alabiliriz. Değişime direnerek değil, dönüştürmeye talip olarak ve halklarımıza, emekçilere, kadınlara, gençlere yeni bir yaşam seçeneği sunarak geleceği inşa etme şansımız olabilir. Tarihsel deneyimlerimiz ve kazanımlarımıza sahip çıkarak ancak yenilenmeyi de sağlayarak yeni bir geleceğe önderlik göreviyle karşı karşıyayız.

Bir Kırılma Anının Adı; Yeniden Kuruluş!

Başlıktaki cümleyi birçok açıdan ele almak ve üzerine fikir yürütmek mümkün. İçinden geçtiğimiz süreç siyasal fay hattında olan Türkiye için bir kırılma anına tekabül ediyor. Bu ülke yüz yıl boyunca Osmanlı sonrası yeniden bir kuruluşun sancılarını, gelgitlerini yaşadı. Ürettiği sorunlara bağlı olarak bazı temel meseleler üzerinden çeşitli eşiklerde kimi sarsıntılar yaşasa da esas büyük kırılma gerçekleşmedi. 2025 Türkiye’sin de artık bu tarihsel kırılma anını yaşayacak gibiyiz. Her kırılma yeniden bir düzenlenme ve kuruluşu gerektirir. Belli ki sürecin tayin edici odakları bu yeniden kuruluşa çalışıyorlar. Cumhuriyeti yeniden kurmak isterken tarihten taşınan sorunların başlıcası olan Kürt sorununda bir paradigma değişikliği için tutum deklere etmiş durumdalar.

Bu tutumun onlar açısından ifadesi “terörsüz Türkiye” söylemi. Muhatap olarak seçtikleri isim ise çeyrek asırdır İmralı’da özel koşullarda tuttukları PKK kurucu lideri Abdullah Öcalan. Öcalan’sa bu süreci bütün Türkiye kamuoyuna “barış ve demokratik toplum” perspektifiyle sundu. Taraflar pozisyonlarını bir süredir kamuoyuna ve tabanlarına anlatmaya çalışan bir tartışma yürüterek, toplumsal rıza üretmek istiyorlar.

Hem Devlet yetkilileri “yeni yüzyıl” söylemiyle hem de Kürt Hareketi “Demokratik Cumhuriyet” açılımıyla sürecin toplumsal desteğe kavuşması için gayret gösteriyor.  Sol ve sosyalist hareket açısından bu sürecin anlaşılmaya, bildik tutumların dışında Türkiye’nin demokratikleşmesi, barışın ve demokrasinin kazanılması açısından fırsatların değerlendirilmesine ihtiyaç var.

Yaşadığımız coğrafya tarih boyunca egemen uluslararası güç merkezlerinin hep ilgi alanında oldu. Farklı halkların ve inançların yaşadığı bu kadim coğrafya her dönemde paylaşım savaşlarının ve bu paylaşım savaşlarına bağlı olarak derin acıların, zulmün, ayrışma ve otoriter diktatörlüklerin de kendisine alan bulduğu bir saha oldu.

Bir Kırılma Anının Adı; Yeniden Kuruluş!

* Caspar David Friedrich, Bulutların Üzerinde Yolculuk (Der Wanderer über dem Nebelmeer - 1818), Tuval üzerine yağlı boya, 94.8 x 74.8 cm, Kunsthalle Hamburg

Bugün 21. yüzyılın ilk çeyreğinde ve dünyanın gözleri önünde Filistin halkı büyük bir soykırımın ve yok etme sürecinin sonuçlarını yaşıyor. İnsan hakları açısından kapitalist dünyanın hukuki ve insani çöküşü Ortadoğu’da gün yüzüne çıkıyor. Ortadoğu halkları öteden beri Filistin halkının karşı karşıya kaldığı bu zalim ve soykırımcı saldırganlık karşısında basiretsiz ve halkların özgürlüğü noktasında inisiyatifsiz kalmışlardır. Ortadoğu’daki diktatörlük rejimleri başta Filistin halkı olmak üzere bölge halklarının özgür ve demokratik yaşamlarını değil kendi rejimlerinin devamını esas aldılar. İstikrardan uzak, farklı kimliklerin ve inançların bir arada yaşamından uzak bu rejimler kendi kazdıkları kuyuya düşerek dünya egemen güç merkezleri tarafından tasfiye edilmekten kendilerini kurtaramadılar. Enkazın altında yine bölge halkları kaldı. Bunun en sıcak noktalarından başlıcası Suriye oldu.

Kürtler de tarih boyunca bir tanınma mücadelesinin en başat aktörü olmuşlardır. Türkiye’nin çok yakıcı ve en temel sorunu olan Kürt sorunu aslında sadece ülkemizin değil bölgenin en temel sorunlarından birisi olarak karşımızda durmaktadır. Bölgede otoriter milliyetçi diktatörlükler tarih boyunca halklara özgürlük ve demokrasi mücadelesi boyutuyla çok derin acılar, ölümler ve yok oluşlar yaşatmıştır. Esas olarak Türkiye batı ile ilişkileri temel alsa da siyasal alanda bir Ortadoğu ülkesi olarak tarihsel rolünü oynamış ve iç siyasette demokratik bir toplum olma mücadelesinin karşısında baskı ve şiddet politikalarını esas alarak, yok sayma ötekileştirme ve dışlama üzerinden bir rejim inşası içinde olmuştur.

Sözün özü; gelinen bu noktada Türkiye yeni bir kavşaktadır ve kendisini yeniden kuracak bir sürece girmek istemektedir. Dünyanın bütün Emperyalist güç odakları Ortadoğu’da yeni dönem küresel paylaşım savaşına dâhil olmuş durumdalar ve Türkiye bu süreci seyrederek değil kendi olanaklarıyla öznesi olma çabası içindedir.

Bunun için bölgedeki uluslararası güçlerin ve yerel siyasal odakların sürdürdüğü politikalar, cereyan eden savaşlar, İsrail’in koçbaşı olduğu yeni saldırganlıklar ve işgaller Türkiye’nin politika değiştirmesini ve buna uygun adımlar atmasını zorunlu kılmış görünüyor. Dolayısıyla Türkiye bugün köklü bir değişimin ve stratejinin oluşturulması üzerinden süreci yönetmeye çalışmaktadır.

Devlet Bahçeli tarafından 1 Ekim 2024 Meclis açılışında başlatılan hamle ve sonrasında takip eden süreç nihayetinde Mecliste Komisyon oluşumuyla ilerletilmeye çalışılmaktadır. İçeride yürüyen sürecin geleceği büyük ölçüde Suriye başta olmak üzere bölgedeki gelişmelere bağlı olarak yön alacaktır. Bölgede çözümsüzlük içeride de çözümsüzlük olarak kendisini gösterme potansiyeli taşımaktadır. Bölgede istikrar, barış yolunda ilerleme sağlanmadan Türkiye iç siyasetinde süreç açısından riskler bulunmaktadır.

Öncelikle ifade etmek isterim ki; 50 yıldır PKK tarafından sürdürülen silahlı mücadele ve Kürt Hareketinin demokratik siyaset zemininde var ettiği politikalar sonuç açısından bir başarı hikâyesi olarak karşımızda durmaktadır. Kürt Ulusal bilincinin oluşmasında katedilen mesafe, Kürtlerin içine girilen süreçle tanınmış olmaları ifade etmeye çalıştığım başarının göstergesidir.Elbette bu yarım asırlık süreçte binlerce genç hayatını kaybetti, milyonlarca insan yaşadığı topraklardan göç etmek zorunda kaldı, büyük acılar yaşandı, bütün bir toplum olarak bu çatışmalı dönemin bedeli hepimiz açısından çok ağır oldu.

Demokratik siyaset alanının daralması, hukukun, adaletin her geçen gün aşınmasına ve nihayetinde yok olmasına neden oldu. Ancak artık devlet bir bütün olarak bir olumsuzluk yaşanmaz, bölgede ki gelişmeler yön değişikliğine neden olmazsa Kürt kimliğini ve varlığını bu yeni süreç hamlesiyle tanımaya yönelik adım atacak bir yola girmiş görünüyor. Kürt kimliğinin tanınmış olması sürecin otomatikman demokratikleşme adımlarıyla devam edeceği anlamına gelmemektedir. Demokratikleşme için sürecin toplumsallaşmasına ve demokrasi mücadelesinin güçlü kılınmasına ihtiyaç var. Elbette bu aşamaya gelene kadar uzun yıllar boyuncadevam eden acıların yaşanmasına binlerce gencin ölmesine gerek var mıydı diye bir soru karşımızda dursa da gelinen aşama Kürt siyasal hareketinin başarısı olarak orta yerde durmaktadır.

Abdullah Öcalan’ın Şubat 2025’deki çağrısı ve silahlı mücadelenin yerini, halkların kendi örgütlü gücüne dayalı bir demokratik sosyalist toplum inşası hedefi ortaya koymuş olması çok önemli bir yerde durmaktadır.  5-7 Mayıs 2025’de PKK’nin 12. Kongresinde alınan fesih kararı Kürt hareketi açısından bir taktik adıma değil ideolojik bir yeni yönelime işaret etmektedir.  Bu yeni yönelim içinde Öcalan’ın birçok konuda yeni tartışma başlıkları açtığını görerek ve bu başlıkların içeriğine dönük sınırlı bilgiye dayalı olarak farklı yaklaşımlarımız olabileceğini hatırlatarak devam etmek isterim. Bugüne kadar sol sosyalist hareketlerde cesaretle tartışılmamış konularda ifade ettiklerinin doğruluğu yanlışlığı bir yana cesur tartışma başlıkları olduğunun kabul edilmesi gerekir.

Burada bir parantez açmakta fayda var. Bugün tartışma konusu yapılan birçok konu sadece Öcalan tarafından ifade edilen bazı başlıklar ve yaklaşımlar değildir. Dünyada sosyalizmin ideolojik krizine çözüm üretmeye çalışan çok sayıda entelektüel yazar ve siyasi yapılar bu tartışmayı sürdürüyor. Sol-sosyalist hareket bu tartışmaları izlemeye, anlamaya, kendi bulunduğu yerden değerlendirmeye çalışıyor. Marksizm okumaları, demokratik sosyalizm tartışmaları bizler açısından da yeni değil. Bu konularda çeşitli düzeylerde reel sosyalizm eleştirisi ve çalışması bulmak mümkündür. Dolayısıyla Öcalan tarafından ortaya atılan tezler bizim için şaşırtıcı olmamakla birlikte, tartışmaya, içeriğini tartışarak müzakere etmeye değer konulardır. En önemli yanı ise uzun yıllardır büyük bir mücadelenin içinde kitlesel taban bulmuş bir hareketin, gelinen aşamada demokratik siyasete ve sola vurgu yapması, bu konuları bir halk hareketinin tabanında anlatmaya çalışmasıdır. Yıllar boyu kimlik ve Kürtlerin tanınması üzerinden motivasyon yüklenmiş bir halkın “demokratik toplum” ve “sol sosyalist bir yönelimle” yeni bir sürece kanalize edilmesi çok kolay olmayacaktır. Bugün sosyalistlere düşen görev bu zeminde açığa çıkan iradeye sırt dönmek değil, çabanın kendisine omuz vermek, tartışmaya dahil olmak ve sorumluluk almaktır.

Bu kritik ve fırsatları çok fazla olan eşikte sosyalist hareketin toptan bir reddiyecilik içinde olmadan, bu tartışmaya pozitif olarak katılması ve müzakereci canlı dinamik bir sürecin parçası olması gerekir. Solun, sosyalist hareketin bugün önemli taraflarının böylesi bir tartışma sürecinden uzak durma gayreti içinde olduklarını ve kaçınılmaz olan birçok tartışmayı ötelemeye çalıştıklarını görüyoruz. Öcalan solun içine dönük bir tartışma yapmaya çalışırken, bu tartışmayı görmezden gelerek Sol ve Sosyalist Harekete bir fayda sağlanamaz. Bunu söylerken İmralı’dan gelen tespitleri yüzde yüz doğruladığımı söylemiyor, tartışmayı değerli bulduğumu ve bu tartışma başlıklarına dair sosyalist hareketin yeniden ideolojik politik açıdan inşası temelinde yaklaşmak gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. Sol sosyalist hareketi yeniden kurma girişimi Kürt siyasal hareketinden uzaklaşarak değil, birleşik bir zeminde tartışarak ve yol alarak olabilir.

Bölge ve Türkiye yeniden kurulurken sol ve sosyalist hareketin kendisini yeniden kuracak bir çizgiden kaçınması beyhudedir. Sosyalist Hareket için bir bütün olarak bu yeniden kuruluş elzemdir. Sosyalist Hareketin tartışmanın uzağında kalarak değil bizzat odağında bulunarak kapsayıcı bir tartışma ve birlikte yol yürümeyi gerçekleştirmesi gerekir. Bugün Komisyon eliyle yürütülmeye çalışılan süreci sadece Parlamentodaki Komisyonun uhdesine bırakmak doğru değildir. Barış ve Çözüm fikrinin toplumsallaşması zorunludur ve bunun için Kürt Hareketiyle ayrışık değil birleşik bir mücadele fikri etrafında yoğunlaşılması gerekir. Ülkede yeni bir sayfa açılırken, sol ve sosyalistler de yeni bir sayfa açarak, eleştiri ve özeleştiri yaparak yeniden kuruluşa aday olmalıdırlar.

Barış ve çözüm zeminini toplumsallaştırmak, Kürt kimliğini hedef alan ırkçı-milliyetçi söylemler karşısında tavizsiz bir duruşla mümkün olabilir. Halkların eşitliğini, kardeşliğini savunmak aynı zamanda bir başka kimliği düşman gören milliyetçi şoven çizgiyle mücadele etmekten geçer. Dolayısıyla kimi zaman Sol içindeki ulusal meselelere yaklaşımlarda ya da Kürt siyasal hareketiyle ilgili değerlendirmelerdeki analizler dolayımlı bir şekilde bu konuda yol almakta zorluk yaratabilmektedir. Meselenin siyasallaşması ve toplumsallaşmasında ki yaklaşımların ortaklaşmaya ve buna uygun bir politik dil ve söylemin açığa çıkarılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.

Bugün ezilen halkların ve emekçilerin yararına, ulusal kimlik eksenine sıkışmayan, sınıfsal, ekolojik, cinsiyet eşitlikçi, adalet ve demokrasi eksenli bir demokrasi mücadelesi ile süreci sahiplenmek önemlidir. Sosyalistler sürecin karşısında değil bir tutarlılık ve politik eksen etrafında yanında olmalıdırlar.

Sürece adım attığımız günden bu yana sol içinden gelen kimi uyarıları anlamakla birlikte bir miktar kaygıyla izlediğimi ifade etmek isterim. Cumhuriyet Kazanımları üzerinden kurulan sözler, Bir karşı devrimle karşı karşıyayız gibi yaklaşımlarla bu sürecin toplumsallaşmasına katkı koymak mümkün değildir. Eski rejimin çizgisine çekilme riski içeren ve sahiplenme düzeyine inen görüşler solun özgürlükçü eşitlikçi çizgisini aşındırma tehlikesini içinde barındırmaktadır. Mecliste komisyon kurulma sürecinde CHP’ye yönelik “sakın ha” diyen yaklaşımları anlamlı ve dönemin ihtiyacına uygun bulmadığımın altını çizmek istiyorum.

Bugün Sol/Sosyalist Hareket sürece müdahale edecek bir ideolojik/politik hamle yapmak zorundadır. Kürt siyasal hareketinin uzun yıllardır biriktirdiği politik örgütsel kazanımları dışlayarak bu müdahalenin başarılı ve doğru istikamette ilerlemesi mümkün değildir. Elbette İktidar bloğunun CHP’ye yönelik saldırılarının yaratığı toplumsal dalgalanmayı da kucaklayacak bir strateji gerekmektedir. Meşruiyetini yitirmiş bir iktidar bloğu karşısında toplumsal tepkiler CHP’nin etrafında kendisine alan bulmaktadır. Bugün Sosyalistlere düşen görev CHP’ye yönelik saldırılara karşı direniş ortaya koyarken, bununla sınırlı olmayan, sisteme cepheden itiraz ortaya koyan, sömürü düzenine alternatif anti-kapitalist mücadele ortaya koyan bir yanıt üretmektir.

Bu süreçte asıl yığınağın yapılacağı yeri doğru tanımladığımız ölçüde yeni bir umut hareketi yaratabiliriz. Kürt Hareketi ve kazanımları bu yeni yığınağın içinde görülerek yol alınması günün devrimci sosyalist duruşu olabilir. CHP etrafında kendini güvende hisseden toplumsal dalgayı anti-kapitalist ve demokratik bir gelecek hattı ile kuşatmak günün temel görevidir. Sol/Sosyalist Hareketin kendisini yeniden kurmasının politik olanakları ve gerekleri ile genel olarak bugünkü otoriter rejimin geriletilme mücadelesinin yeniden kurulma olanakları ve gereklerinin birbirini kesen yanları vardır. Ancak esas olan sürecin tayin edici yığınağını sol ve sosyalist bir perspektifin ideolojik politik hegemonyası ile oluşturmak esastır. Bir yandan solun genel anlamda yenilenmesini de içeren sol bir odak inşa ederken diğer taraftan mevcut rejimi geriletecek, durduracak büyük bir demokrasi koalisyonun da kurulmasını eş zamanlı yürütülecek bir politik akıl kurulması gerekmektedir.

Sol ve Sosyalist Hareketin kendisini yeniden kurmasının anti-kapitalist, sömürü düzenini cepheden aşmaya dönük yanları varken rejimi geriletecek ve siyaseten saf dışı edecek bir demokrasi koalisyonun daha kısa erimli ve esnek önceliklere sahip olması doğal karşılanmalıdır. Kısacası, bugün ülke yeniden kuruluşun sancısını yaşarken burada çeşitli riskler olduğu gibi fırsatlarında olduğunu bilerek sosyalistlerinde bütün bu sürece ülkeyi ve kendisini yeniden kurma göreviyle yaklaşması gerekir.

Tarih bizi bu kırılma anında yeni bir kurucu irade geliştirmeye çağırmaktadır. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bugünkü bütün siyasal düzen yeniden kurulurken biz sosyalistler mevcut durumu aşacak bir kurucu iradeyle bu süreci karşılayarak yol alabiliriz.

Değişime direnerek değil, dönüştürmeye talip olarak ve halklarımıza, emekçilere, kadınlara, gençlere yeni bir yaşam seçeneği sunarak geleceği inşa etme şansımız olabilir. Tarihsel deneyimlerimiz ve kazanımlarımıza sahip çıkarak ancak yenilenmeyi de sağlayarak yeni bir geleceğe önderlik göreviyle karşı karşıyayız.

 

Yazar Naci Sönmez

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış

İlginizi Çekebilir