MMM
22 Ağustos 1924 günü, Ankara'da toplanacak Muallimler Kongresi hakkında bilgi vermek için Mustafa Kemal'i ziyaret eden Milli Eğitim Bakanı Vasıf Bey Gazi'yi de kongreye davet eder. Memnuniyetle katılacağını söyledikten sonra bir hatırlatma yapar "Okullarda müzik dersi var ama müzik öğretmeni yok. Çocuk şarkıları yok. Bir çare bulsak da halk müziğini, türküleri, oyun havalarını da toplatsak. Bu işler için bütçede ödenek ayrılmıştı. Müzik çok önemli bir sanat, bir ihtiyaç. Bu sanatı okullarımıza sokalım. Çocuklarımız birlikte eğlenmeyi, oynamayı, şarkı-türkü söylemeyi öğrensin, hayat coşkusunu tatsın, büyük eserleri tanısın." Bu aynı zamanda bir talimattır da. Genç cumhuriyetin olması gerektiği atılganlıkla hiç zaman kaybetmeden on gün sonra 1 Eylül'de, daha sonradan 75 bin liraya satın alınacak ikisi kerpiç üç binada Musiki Muallim Mektebi kurulur, 1 Kasım'da hizmete girer. Eğitime 12 erkek öğrenci ile başlanır. 6 öğrenci İstanbul Balmumcu Öksüz Yurdundan getirtilmişti çünkü müzik öğretmenliği aileler tarafından ciddiye alınmıyor ve çocuklarını vermek istemiyorlardı. Musiki Muallim Mektebi ilk başlarda Köy Enstitülerinin uğradığı gerici zihniyetten bir nebze nasibini alsa da kararlılıkla yoluna devam eder. Kız öğrenciler de okula alınacak, erkeklerle aynı sınıflarda eğitim görecek ve beraber çalgılar çalacaklardır. 1927 yılına gelindiğindeyse kerpiç evler yetmeyecek ve daha kapasiteli, genç cumhuriyete uygun bir mektep binası yapılması gerekecekti.
Avusturyalı mimar Ernst Arnold Egli cumhuriyetin inşasında imzası bulunmuş, özellikle Ankara'da yirmiyi aşkın eseriyle modern Türkiye Cumhuriyeti mimarisini oturtan önemli isimlerden biridir. Musiki Muallim Mektebi binasını tasarlamadan önce mimarı olduğu yapılar için kararsızlığımın göstergesi dese de MMM tasarımından sonra mimari olarak karakterinin oturduğunu söyler. Bu kararlılık ve karakter modern Türkiye mimarisi için de ilk adımlardan biridir aynı zamanda.
Musiki Muallim Mektebi inşaatı bittiğinde Mustafa Kemal okulu görmek için geleceğini bildirir ve Ernst A. Egli'nin de orada bulunmasını ister. Çok önem verdiği müzik eğitimi için bugün dahi halen ayakta duran bu yapıyı çok titiz ve ayrıntılı bir şekilde inceledikten sonra Egli'yi denetime tabi tutar. Gazi okuldan oldukça memnun kalmıştır. Bir yeri dışında: tuvaletler. Egli bir Avrupalıdır ve tuvaletleri kendi kültürüne göre tasarlamıştır. Mustafa Kemal bu konuda Avrupa ile Türk-Şark anlayışının farkına dikkat çekerek, temizlenmek için yalnız kâğıt değil su ve her tuvalete de bir bide ister. Öğrenciler de lavabodaki duran suyla yıkanmak istemiyordur. Akan suyun kullanabilmesi için giderlerdeki tabalar kaldırılır ve tuvaletler alıştığımız haline döndürülür. Ernst A. Egli bu mevzu üzerine şöyle bir tespitte bulunur: "Türkler için sadece akan su temiz ve sağlıklıdır."
"Şimdiki işletmecilerinden Papazın Bağı müdavimleri şikayetçi olsa da Ankara için böylesi cennet mekânın yaşayıp bugünlere gelmesi, 1994 yılında da 1. derece sit alanı statüsü kazanması bir nimettir ve alternatifi olmayan bir vahadır."
Gözleme + Çay
Çankaya ve sırtları tek tük bağ evlerinin olduğu, nispeten varlıklı ailelerin özellikle de gayrimüslimlerin Keçiören ile birlikte tercih ettikleri yazlık evlerinin (bağ evleri) bulunduğu bir bölge idi. Ankara'daki gayrimüslimlerin de yerlerinden edilmesinden sonra devlete geçen bu gibi yapıların açık arttırma usulüyle yeni sahipleri belirleniyordu. Bu yöntemle Ahmet Bey ve Şaziye Hanım çifti günümüzde Kaptanpaşa Sokak ile Turgutlu Sokağın birleştiği yere denk gelen bir bağ evi ve arazisini satın alırlar. Ankara'nın bazı semtlerinde, şimdi artık bu kural isim değişikliklerinden dolayı tam olarak geçerli olmasa da sokak ve cadde isimleri aynı harfle başlar; Küçükesat "B" ile, Beştepe "M" ile, Gazi Osman Paşa "H" ile Büyükesat tarafları da "K" ile gibi... Bu tek harf rejiminin amacı bir posta geldiğinde adresteki sokak-cadde hangi harfle başlıyorsa dağıtımda kolaylık olması için derler fakat asıl konumuzdan sapmayalım. Bu bağ evini alan ailenin soyadları, Aydın Kılcıoğlu'nun 1970'li yıllarda çektiği renkli fotoğrafta tepede oluşmaya başlayan yapılar ile ön planda gözüken bağ evlerinin arasındaki arazilerde daha sonra oluşacak sokakların Karlı, Kaptanpaşa, Kahramankadın gibi K ile başladığından ve de bölgenin saygın ailelerinden olması dolayısıyla arazilerini kesen bir sokak olmasa da yakınlardaki bir sokağa isim olarak verilir: Kuloğlu.
1963'ün bir pazar gününde ODTÜ'lü bir öğrenci 'dünya kendini yürüyenlere gösterir' şiarıyla Ankara sokaklarını arşınlarken Kuloğluların bağ evini görür. Bahçede yaktığı ateşte çamaşır yıkayan Şaziye Hanım'dan bağ evini dolaşmak için izin ister. İçeri girip merakını giderdikten sonra çamaşırı bitirmiş, o ateşte çay demleyip gözleme pişiren Şaziye Hanım haftalık yorgunluk atma rutinine öğrenciyi de dahil eder. Meraklı ODTÜ'lü kalkarken yediği içtiğine karşılık para vermek ister. Yakındaki kasabına Ankara tava yaptırıp tüm aileyi her ay bağ evinin bahçesine toplayıp yedirip içirip bir araya toplayan Şaziye Hanım öğrenciden para alacak değildir elbette. Almaz da nitekim fakat ODTÜ'lünün de altta kalmamak için olacak şöyle bir teklifi olur: Haftaya okuldaki arkadaşlarıyla gelip bağ evini dolaşacaklar sonrasında da çay içip gözleme yiyecekler ve paralarını ödeyeceklerdir. Kabul eder Şaziye Hanım, bir iki derken gelen grupların bıraktıkları para ev ekonomisine iyiden iyiye destek vermeye başlayınca bu işi sürdürürler ve günümüze kadar bu kültür yaşar. Bu o evden kazanılan ilk çay parası da değildir. O bölgenin Musevi tesisatçısı Karanfil Şalom Bey'in anlattıklarına göre evin ilk sahibi olan papazın din öğrencileri olduğu ancak onlardan para alamadığı için geçimini çay satarak kazandığı bilinirmiş. Tahmin edeceğiniz üzere Papazın Bağı'nın hikayesidir bu. Şimdiki işletmecilerinden Papazın Bağı müdavimleri şikayetçi olsa da Ankara için böylesi cennet mekânın yaşayıp bugünlere gelmesi, 1994 yılında da 1. derece sit alanı statüsü kazanması bir nimettir ve alternatifi olmayan bir vahadır. Bugün bağ evi yerinde olmasa da 14 bin m2'lik yemyeşil bir alan, bir dolu ağaç, kuş ve toprak kokusu şükür ki yerinde duruyor.
Cımbızcının önerisi yolunuzu Papazın Bağı'na düşürdüğünüzde Kuleli Sokaktaki ana girişinden değil de Kaptanpaşa Sokak ile Turgutlu Sokağın kavuştuğu noktadan düz ilerleyip yalnızca bilmesi gerekenlerin bildiği diğer kapısından girmenizdir. Bugüne erişmeyen bağ evi o noktadaymış. Eğer keşke bağ evi de kalsaymış da görseymişim derseniz de sizi Uğur Mumcu Sokağın Küpe Sokakla buluştuğu noktaya alalım. Sizi Şaziye Hanım'ın bahçesinde çamaşır yıkadığı değil ama o eve çok benzeyen başka bir Ankara bağ evi karşılayacaktır.
Yorumlar (0)