Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

GÜVENPARK GÜVENPARK

Oradaki parkın varlığını sürdüreceğine ne kadar güvenebiliriz?

GÜVENPARK GÜVENPARK

Ankara/Ankaralı için, Güvenpark’ın çok özel bir anlamı var. Güvenpark, başlangıçta, “hükümet kartiyesi” için bir yeşil alan, bir park olarak düşünülmüştü. Hükümet Kartiyesi… Sonra “Emniyet Abidesi” de oraya dikildi. Nazi dönemi Avusturya’sının atölyelerinde dökülmüş, ellerinde/kucaklarında balta sapı gibi sopalar tutan kaslı-ürkütücü erkekler…

Emniyet Abidesi…

Daha ilk satırlar bile, nerdeyse ürkütücü olmaya başladı. Güvenpark, neden önemli olsun Ankaralılar için? Bu soruyu yanıtlamak gerekiyor. Çok uzun bir yanıt vermeye gerek yok aslında, hepimiz biliyoruz ki/bütün Ankaralılar bilir ki, Güvenpark, küçücük bir yeşil alan, kentin merkezinde mendil kadar bir park ve orda toprak var, yeşil yapraklar var, hâlâ biraz kalmış kuşlar var. Ve belki, bin bir türlü börtü-böcek ve mikro-organizma, betona, asfalta, müdür beyin “park içine” “park ettiği” özel aracına, dolmuşun egzozuna, zehirli havaya, binlerce koşuştura

n insanın ayaklarının altında ezilmeye, tahammül ediyor ve bunlara karşı direniyor. Giderek ölüyor ama… Hem küçülüyor, hem ölüyor. Gerçi, “bilerek ve umursamazcasına öldürülüyor” demek daha doğru. Sanki kent yönetimi, nerdeyse 40 yıldır, üzerine çullanmış, ellerini boğazına sarmış ve boğazını sıkıyor parkın…

Ama neden yapıyor bunu? Sanırım, kent yönetimi, daha açık bir ifade ile geçmiş 40 yılın belediyesi, zavallılığından, kentin sorunlarına çözüm bulabilmekteki aczinden, bilgisizliğinden, kuralsızlığından, plansızlığından ve kötücüllüğünden, kötücüllükten nemalanmak istediğinden yapıyor…

Çok kötü bir şey bu… * Ankara başlangıçta, kararlıydı ve rasyonel olanı sistematik bir biçimde uygulama iradesine sahip olduğu sanrısına sahipti. Sonra Jansen gitti. Sonra, Kızılay’da bir Macar şatosu gibi evi olan Ubaydin de, gitti. Ankara “plansız” gelişmekte olan bir kent olmaya adım adım yaklaşmaktaydı. Ama temel bazı kararları hâlâ güçlüydü ve iyi uygulanmıştı. Kızılay, öyle öngörülmediği halde, bir kent merkezine dönüştü ve Güvenpark da, “Hükümet Kartiyesi” olmak yerine, alışverişe gelmiş Ankaralıların biraz dinlenebildikleri, çocuk bahçesinde bebekleri ve çocukları uygar bir biçimde oynamaya bıraktıkları güzel ve bakımlı bir yer oldu… Heykeller de erkeksi Nazi gücünü hatırlatmak yerine, başka hiçbir kentte olmayan değişik bir kent süsü, ilginç figürler oldu.

 Kimse, kafasını “Neden Emniyet?”, “Nereden çıktı güvenlik ve Güvenpark?” filan sorularına takmadı. İşte kentin merkezinde, her uygar kentte olduğu gibi, Londra’da görülen, Berlin’de görülen, Paris’te görülen, New York’ta görülen kent merkezleri parklarının yanında, küçücük de olsa, bir park vardı ve iyiydi. Çiçekler parlak, ağaçlar bakımlı, park ve havuzlar temizdi… Derken belediye başkanlarının aklına, yeşil alanların/parkların, kendi çözemedikleri problemler için, çözemedikleri sorunlar için saklanmış “rezerv alanlar” olduğu düşüncesi düştü. Kapitalist, sosyal demokrat, İslamcı, hiç fark etmez, son 40 yıldır bütün belediye başkanları, Ankara’nın yerleşik parklarını, Ankaralılardan çalıyorlar. Önce, “ucundan azıcık” ve “geçici” ve “asla bir tek ağacın yaprağına bile zarar vermeyeceğiz” diyerek, parkın bir bölümünü, otobüs ve minibüs terminali yaptılar.

 O “geçicilik” hâlâ kökleniyor… Sonra, nasıl bir akılsa, özel araçlara park yeri bulmak için, Güvenpark’ın altını oymak ve üzerine saksı içinde bir park yapmak istediler. Ama Ankara direndi ve yapamadılar. Sonra (göreli en affedilebilir olanı) Güvenpark’a metro ağızları için çıkışları ve havalandırma bacaları yerleştirdiler.

Sonra saldırıyı daha da güçlendirip, emniyetçilerin özel araçları ve polis araçları/panzerler için, Güvenpark’ı yıllarca otopark gibi kullandılar. Şimdi de, AKM’den yer altına girmiş olan “köstebek” Zaferpark’ın kurtarılmış yarısının altına girip, Güvenpark’a doğru ilerlemeye devam ediyor…

Soru şu: Ankaralılar, artık tam olarak perişan edilmiş olan Güvenpark’ın kalanını kurtarmak, kaybettiklerini de geri almak için harekete geçebilecek mi? Eğer bu davranışı gösteremezse, Güvenpark’a egemen olan o kadar çok “çıkar” odağı, güçlü, homurdanan makine-motor, taşıt ve “köstebek” var ki, umursamaz ve miskin bir bürokrasi elindeki Güvenpark düşecek. Sonra Kızılay düşecek. Sonra Ankara düşecek. * “Yeni bir yönetim”, kent için yeni bir başlangıç yapar mı? Teknik elemanların, meslek odalarının çırpınışı bir etki yaratır mı? Kent halkı, bir refleks gösterip parka biraz sahip çıkar mı?

Bunlar, henüz “bilinmeyenler” kategorisinde. Yok mu, mendil kadar Güvenpark için silkinecek?

Yazar Akın Atauz

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış