Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Katliamlar Ülkesinde

Katliamlar Ülkesinde

Hava (şairin dediği gibi) adeta “kurşun gibi”, ağır, zehirli, acı… Göz gözü görmüyor, acılarımızı hep ayrı ayrı köşelerde yaşıyoruz. Birimizin acısı diğerine sevinç oluyor! “Kederde ve kıvançta ortak” olduğumuz yalanıyla ‘yaşayıp’ gidiyoruz.

Başkalarının acısından sevinç çıkaranların ülkesi

Tarih boyunca hep katliamlarla iç içe, koyun koyuna yaşamışız: onbinlerce müridiyle katledilen Börklüce'den, Selim'in kılıcıyla yok edilen Alevilere; 1915 Nisan'ında yollarda kaybedilmeye başlanan Ermenilerden, Karadenizin karanlık sularına terk edilen Mustafa Suphi ve arkadaşlarına; Koçgiri'den, Dersim'e "eşkıya" diye katledilen Kürtlere...

Daha yakın tarihte, 1969 Kanlı Pazar'ından, 1 Mayıs 1977'ye; kurulan darağaçlarından, üniversite kapısında bombalananlara; 1978 Aralığındaki anasının karnında katledilen bebelerin Maraş'ından, 1994'ün Temmuzunda yakılan Sivas'a... Darendelioğlu'ndan, İpekçi'lere; Piyangotepe'den, Bahçelievler'e...

Daha dün, İŞİD'e maledilen onlarca saldırı: Suruç'tan, Ankara Garına... PKK'ya maledilen onlarcası daha: Dolmabahçe'den, Güven Park'a...

42 yıldır her 8 Ekim'de Bahçelievler'de kaybettiğimiz arkadaşlarımızı mezarları başında karmaşık duygularla anıyoruz. Bu katliam anmalarına hep bir yenisi daha ekleniyor. 7 Ekim 1980'den beri Necdet Adalı'nın ya da 10 Ekim 2015'den beri Ankara Gar'ında kaybettiğimiz Elif, Veysel, İdil, Korkmaz, Uygar, Ali dahil 107 arkadaşımızın mezarlarını da ziyaret ediyoruz! Her geçen yıl cinayetlerle, katliamlarla kaybettiklerimiz çoğalıyor!

Faili meçhullerden, şereflendirilenlere
Hemen hepsi karanlıkta kaldı. Failleri ya hiç cezalandırılmadı, meçhule bırakıldı. Ya da yakalanan pek azı cezalandırıldı. Yakalanan pek azının da itibarları iade edilip, serbest bırakıldı. Devletin en tepelerinden "devlet uğruna kurşun atan da, yiyen de şerefli" ilan edildi!

Faruk öldürüldüğünde henüz 23 yaşındaydı, Salih ise 26

Faruk'un cenazesi doğduğu Kırklarelinde, Salih'in Cenazesi Çorum'da kaldırıldı. Osman Nuri, Latif ve Efraim'in cenaze törenleri Bursa'da düzenlendi. Osman Nuri en gençleriydi. Efraim, daha yoksul... Hepsi sosyalistti, Türkiye İşçi Partiliydi. Cenazelerin taşınması sırasında, cenazeler birkaç kez yolda kaçırılmak istendi. Törenlerin yapılmaması için zorluklar çıkartıldı. Hürcan'ın Ankara'da düzenlenen cenaze töreni kalabalıktı.

Kavganın ak saçları kürsüde: anlamlı dopdolu bir yaşamdı onlarınki!

Tıklım tıklımdı Tandoğan Alanı. Düzenlenen törende, Behice Boran, Türkiye İşçi Partisine gönül vermiş gençlerin yaşamından söz ederken "anlamlı ve dopdolu bir yaşamdır onların ki" dedi, öldürüldükleri günü Türkiye İşçi Partisi'nin Onur Günü olarak ilan etti.

"Acımızı gönlümüze, anılarını aklımıza gömüyoruz. Hiç unutmayacağız. Mücadelemizde onları yaşatacağız, onlara layık olmaya çalışacağız, öçlerini de alacağız, faşistler gibi aşağılık, faşistler gibi zalim terörle değil, örgütlü, disiplinli, amaca doğru güvenle ilerleyen mücadelemizi, bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelemizi genç şehitlerimizin uğrunda canlarını verdikleri yüce mücadelemizi genişleterek, güçlendirerek, önüne geçilmez çağıl çağıl gürleyen bir ırmak gibi akıtarak alacağız öcümüzü..." diyerek konuşmasını bitirdi.

Serdar Alten, ODTÜ Elektrik Bölümü ikinci sınıf öğrencisiydi

Ağır yaralı olarak kurtulan Serdar Alten, bir hafta direndi! Bütün katliamı, yaşanan vahşeti anlattı. Bahçelievler'de görgü tanıklarının ifadeleriyle olay aydınlatılmasına rağmen, mahkemeler yıllarca sürdü. 12 Eylül öncesi işlenen ve faili meçhul kalmış binlerce cinayetin tersine, avukatları Erşan Sansal ve Nezahat Gündoğmuş'un inatçı savunusuyla bütün gaddarlıklar, canilikler, mahkemelerde tek tek aydınlatıldı. Yakalananlar 7 kez idama mahkum edilmiş olmalarına karşın, dönemin Başbakanı bu katliama karışan isimleri, 'Devlet uğruna kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için saygıyla anılır. Onlar bizim için şereflidir" diyerek adeta aklamaya çalıştı.

Bahçelievler Katliamının düzenleyicileri ellerini kollarını sallayarak aramızdalar

2011 yılında, Recep Tayyip Erdoğan Hükümetinin 3. Yargı Paketiyle katiller salıverildi!. Tekrar davalar açıldı. Kaçanlar kaçtı. Yapılan itirazlar sonrasında Haluk Kırcı yeniden yakalandı ve içeriye alındı. 2015'in Şubat ayında davanın içeride kalan son suçlusu Haluk Kırcı da, tümden salıverildi. Bir katliam daha bütün failleri ve suç ilişkileriyle ortaya çıkarılmış olmasına karşın yine de adeta cezasız kaldı! Vicdanlarımız bir kez daha kanadı!

Bahçelievler Katliamı

Yıl 1978, Ekim'in 8'ini 9'una bağlayan gece. Ankara Bahçelievler 15. Sokakta 56 No'lu apartmanın iki odalı giriş katında konaklayan 7 Türkiye İşçi Partili genç, aralarında Abdullah Çatlı, Ercüment Gedikli, Duran Demirkıran, Bünyamin Adanalı, Ünal Osmanağaoğlu, Kürşat Poyraz, Mahmut Korkmaz, Osman Engin ve Haluk Kırcı'nın da olduğu faşist çete tarafından ağır işkencelerle öldürüldü.

Katliamdan sonra öldü zannedilen Serdar Alten, ağır yaralı olarak kurtuldu, hastanede 8 gün dayandı. Vahşeti anlattı. Eter koklatmalar, kaba dayak, boğma telleri ve yastıkla nefeslerinin kesilmesi, kurşunlarla gencecik bedenlerin delik deşik edilmesi... Katliamın nasıl yapıldığını detaylandırmak bunca yıl sonra bile insan olanın yüreğini burkuyor.

1970'lerin ikinci yarısında Bahçelievler faşistlerin yuvasıydı. MHP Genel Merkezi, Milliyetçi İşçi Sendikaları, Ülkü Ocakları ve sonra adını Ülkücü Gençlik Derneğine çeviren faşist gençlik çetesinin karargahları hep Bahçelievler'deydi. 15. Sokak 56 numaralı apartmanda, Hacettepe Üniversitesinde okuyan Faruk Ersan ve Salih Gevenci'nin yaşadığı dairede, o gece arkadaşları Osman Nuri, Efraim ve Latif de misafir olarak kalmaktaydı. Farukla Salih, yoksul ailelerden gelmeydi. İkisi de İstatistik Enstitüsünde çalışıyordu. Tehlikeli bir bölgede oturdukları için normalde, birlikte eve dönerlerdi. Misafirleri olduğu için, Salih o gece daha erken geldi. Karşı apartmanda oturan Serdar Alten sık sık arkadaşlarını yoklamak üzere 56/2 numaralı eve uğrardı. O gece de oradaydı. ADMMA'dan mühendis çıkacak olan Hürcan da o evin düzenli konuklarındandı. O gece o evde 6 Türkiye İşçi Partili genç saatlerce işkence gördü. Dördü öldü. Serdar, öldü sanıldı. Faruk eve en geç gelendi, geç vakit evin önünde pusuya düşürüldü. Salih de evden çıkartıldı, İkisi, evin önünde bekleyen beyaz bir Reno'ya bindirildi. Sabah Eskişehir yolu kenarında elleri arkadan bağlanmış, ağır işkencelere uğramış ve kurşunlanarak öldürülmüş olarak bulundular.

Video'da yararlanılan kaynaklar:

Dönemin Genç Öncü bildirisi:
https://tustav.org/yayinlar/sureli_yayinlar/genc_oncu/go_006_ek.pdf

Dönemin Genç Öncü Dergisi
https://tustav.org/yayinlar/sureli_yayinlar/genc_oncu/go_006.pdf

T24 Erşan Sansal Söyleşisi:
https://t24.com.tr/haber/ersen-sansal-derin-devlet-adamlarina-hala-sahip-cikiyor,209007

Bu ülkede suçlular serbest bırakılırken, suçları kanıtlanmadan idam edilenler de var!

Suçu ispatlanmamış olan Necdet Adalı ve yaşı büyütülerek daracına gönderilen Erdal Eren 12 Eylül Rejimi'nin "asmayalım da besleyelim mi" politikası ile darağacına gönderilendendi. Balgat Katliamı sanıklarından Mustafa Pehlivanoğlu da, suçu ispatlanmadan idama gönderilen Necdet Adalı'nın idama gönderilmesi nedeniyle, Balgat Katliamında suçu kanıtlandığı için değil, "bir sağdan, bir soldan olsun" politikası gözetilerek 7 Ekim 1980'de darağacına çekilenlerden oldu.

10 Ekim 2015 - Barış isteyenler de katledildi

Barış isteyenlerin cezalandırıldığı bir ülkede yaşıyoruz! 10 Ekimde Ankara Garında toplanan kalabalık, "barış" isteği ile yanıp tutuşan halkların bağrından kopup gelen Ali Deniz'ler, Fatma'lar, Ercan'lar, Dicle'ler, Berna'lar, Mehmet'ler, El Hadi'ler gibi onbinlercesiydi... Arka arkaya iki bomba patladı. Barış umutları bir kez daha yerle yeksan oldu. Kendini patlatan 2 IŞİD'li elini kolunu sallaya sallaya alana kadar gelmiş ve ortalığı cehenneme çevirmişti. Rivayete göre: bombanın patladığı alanda ağır yaralılara hemen müdahale edilmesi gerekirken; resmi sağlık ekipleri yerine, o ana kadar ortalıkta görünmeyen güvenlik ekipleri geldi. Alana barış çağrısıyla gelip de yaralılara ilk yardıma koşan sağlıkçılara gazla müdahale edildiği görüldü! Ölenlerin sayısı ambulansların gecikmesiyle ya da o patlayan gaz bombalarıyla arttığı dillendirildi. Derler ki, yerlerde yatan yaralılara daha erken müdahale edilseydi, birçoğu belki de kurtulacak, sağlıklarına kavuşacaktı! Derler ki, 10 Ekimlerde ölen yüzyedi insanın acılarına ağlanmasına, anılmasına devlet görevlileri hep yasak koydu, engelledi. Öldürenler yerine, kolları arasında sevdiklerini kaybedenler cezalandırıldı! Derler ki, o günden başlayarak dayanışmaya gelenler, cezalandırılmaya çalışıldı!

Dokuz8haber'in katliam alanından derlediği görüntüler: https://www.youtube.com/watch?v=xZPgutOoq4Y

Derler ki? Kim der, ne der?

Ya bizzat yaşadıklarımız? Tanıklıklarımız, aklımızdan çıkmayanlar? Gaz atarak çekilen polisten sonra alandaki o hep bildiğimiz gaz kokusunun yanında başka bir ekşi, genizden çıkmayan koku var... Yerlerde, insanların üzerinde az önce vücutlardan kopan parçalar!? "O gökten yağan parçaların insan bedenlerine ait olduğunu fark ettiğimde, dehşete düştüğümü hatırlıyorum. Donup kaldığımı! Üstlerine basmamak mümkün değil. Heryerdeydiler..." diye anlatıyor biri... "Pankartların üzerinde ve altında parçalanmış bedenler. Yardım bekleyenler! Yardım etmeye koşanlar! Yüzlerde hep acı. Sağlam olan bazılarında şaşkınlık... Benim suratımda da, aynı şaşkınlık, aynı dehşet ifadesi var mıydı bilmiyorum?" diyor öteki... "Havuzbaşının orada sıra sıra ağlayanlar vardı! Önlerindeki patlamanın en yoğun etkilediği çemberde yaralı (belki de ölmüş) bedenlere sarılıp başka ağlayanlar, yardım isteyenler... Birileri taşıyabildiklerine yardımcı oluyor. Kalabalık vardı. Yaralıları pankartlardan yapılma sedyelerde taşıyanlar vardı!" diye anlatıyor bir başkası... "Yardım etmeye çalışanlar da vardı, alanda dönüp duranlar da. Tabipler Birliği önlüklü birileri, yerlerde yatan yaralılara müdahale ediyordu. Alanda oradan oraya sürüklendik." diye anlatıyor biri daha... "Az ötede pankartın altında yatttığını gördüğüm mavi montlu adam, az önce bacağını tutuyordu! Sonra... Sonra kımıldamadığını kavradım! Ateşler bastı, alev alev yandım... Birkaç saniyeliğine olsa da son anlarına tanık olduğum o adamın, artık yaşamadığını anlayınca yere çöküp, ahlayıp durdum!" diye anlatıyor başka biri... "Hekim olduğunu sandığım birilerinin, yanındaki adamın yarasına bastırdığını, şaşkınlıkla izlediğini... Bağladığı bacağının üstüne tüm gücüyle bastırmasını" anlatıyor biri daha... Başka biri, "her yer darmadağın, akışkan renkler birbirine karıştı. Giderek alan tenhalaştı, uzaklaştık" diye anlatıyor! Başka biri daha "..."...

Sonra...

Sonra hastane önlerinde toplaşmalar. Belki kan lazım olur? Belki yardıma ihtiyacı olan birileri vardır? Herkes birilerini soruyor. Akşama doğru biraz daha örgütleniyor insanlar. Listeler hazırlanıyor. Kayıp isimleri, hangi morgda kim var? Yaralılar, hangi hastanede? Şehir dışından sevdiklerini almaya gelenler... Onlara kalacak yer lazım, su lazım, sıcak çay lazım...

"Emre, Elif ve arkadaşları geçtiğimiz yaz Rize-Fındıklı'ya gitmişler. Çağdaş, Fırat, Ufuk, Vedat ve Damla için olağanüstü bir anı bu. Fındıklı'nın Sulak köyünde çektikleri fotoğraflara bakıyorum. Elif hemen hepsinde gülüyor. "Şevketin Gölü"nün soğuk sularına atlamaya korkarken gülüyor; onu suya fırlatan Çağdaş'a gülüyor. Ve nihayet suyun altında çekilmiş fotoğrafta gülüyor. Baloncuklar arasında yükselen ölümsüz bir gülüşün resmi bu."

Kaynak: http://101015ankara.org/

Elif Kanlıoğlu: Ölümsüz gülüşler açan tomurcuk

Çağrı merkezi fikri geliyor birinin aklına. Olur deyip, numaramı veriyorum. Birazdan telefonlar gelmeye başlıyor! Telefonda yaşlı bir kadın sesi, "Elif Kanlıoğlu", diyor... Soruyor "hangi hastanede"? Elif Kanlıoğlu? Listede adını buluyorum... Ölenler arasında! Nasıl söylenir, öldüğü?

Sonra...

Acılı insanların anmasına bile yasaklar geldi. Garın önünde toplanmak yasaklandı. Acılı insanlar, milletvekilleri engellendi, polis şiddet kullandı! Direnerek Sıhhiyeye çıktı kalabalık... Güç bela toplanmaya izin çıktı, kalabalığın öfkesi dinmedi...
Batıkent'ten, Cemevi'nden uğurladık, Korkmaz'ı... Ali'yle birlikte Karşıyaka'ya götürdük! Elif, Artvin'de uğurlandı... Gülbahar Malatya'da, Mehmet Şah Adana'da... Ve daha yüzlercesi...

10 Ekim deyince fotoğraflar geçiyor gözümüzün önünden, isimler... Gar'ın önünde mukavvadan yapma bir anıt, 3 yüzünde yüzlerce insan yüzü, "emek" için, "demokrasi" ve "barış" için... İsimlerinin yazılı olduğu derme çatma anıtlarına bile saldırılar yaşadık!?

Hani sözde "tasada da, kıvançta da ortaktık"... Katliamlar ülkesinde yalnızlığımızla kaldık!

Yayına hazırlayan Aydın Bodur

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış