Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya
Ölüm Korkusu

Ellerinde otomatik tüfekler ve roketatarlar, kurşun geçirmez çelik yelekler üstlerinde, kafalarında siyah kar maskeleri, baştan ayağa simsiyah kıyafetler... Kötü bir aksiyon filminden fırlamış gibiler. Sanki düşman ordunun karargahına baskına gidiyorlar. Oysa bastıkları yer bir gazetenin merkez ofisi. Türkiye’deki tabirle bir ‘mizah dergisi’…

Baskına uğrayanların kendilerini savunmak için gelenlere fırlatabilecekleri en sert cisim ise masalarındaki kahve fincanları olsa gerek; fırsatını bulsalar kendilerini ellerindeki kalemle savunurlardı herhalde, saldırganların gözlerine sokarlardı, en fazla...

Saldırganlar kendilerini İslam inancına bağlı ve iyi birer Müslüman sayıyorlar. Yani 'imanın beş şartı'ndan haberdar olduklarını varsayabiliriz. Bu şartlardan birisi olan 'ahiret inancı'na sahip olduklarını da söylemek mümkün. Saldırıya uğrayanların ise ateist oldukları düşünülüyor. Öyle olup olmadıklarından hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Çünkü çizer olarak buna her hafta fırsat bulmalarına rağmen gözümüze soktukları birer inanç dünyaları yoktu. Büyük ihtimalle öldüklerinde gidecekleri yer için mezardan öte beklentileri de yoktu. Hayatta yaptıkları hiçbir iyiliği bir tanrıya yaranmak için yapmadıklarını, ödül olarak cennet beklentisi içinde de olmadıklarını varsayabiliriz. Yani mutlak bir son olarak gördükleri ölümden korkmaları için saldırganlardan daha çok nedenleri vardı.

Peki o zaman inandıkları dinin tanrısı adına katliam yapacak kadar gözü dönmüş olan ve bu yolla o tanrının cennetine birer bilet kapacaklarından emin saldırganların kendilerini birer "robocop"a çevirecek kadar ölümden sakınmalarının, korkmalarının anlamı nedir? Peki ya bunun karşısında ateist oldukları düşünülen ve dünya bu dünya diyerek yaşayan; iyisi ve kötüsü ile tüm hesabını şimdi ve burada veren Charlie Hebdo çizerlerinin ölüme karşı korkusuzluğu çağrıştıran umarsızlıkları ve savunmasız kalma halleri...

Katliamcılarının bütün dünyayı ayağa kaldıran eylemleri sırasında kendi kişiliklerinde ortaya koydukları değersizliğin ve katlettikleri insanların onların karşısındaki onurlu duruşunun değerinin görüntüsüdür bu. Dünyayı asıl ayağa kaldırması gereken budur.

Katliama güya tepki gösterirken lafı dönüp dolaştırıp "Avrupa'da yükselen islamafobi"ye getirip, geriden "hakettiler" mesajı verenlerin ya da yarım ağızla Fransa'nın Cezayir'de yediği haltları hatırlatanların düştüğü yanlış da aynıdır. Katliamcıların ölüm korkusu ile kuşandıkları çelik yeleklerden farksızdır kuşandıkları, tek farkla; bahanelerden yapılmadır. Katliamın duyulduğu andan itibaren Türkiye'deki ekranlara yerleşen ve bir türlü kalkmayan bu adamlar Avrupa'da yükselen islamofobik, göçmen düşmanı aşırı sağa karşı Fransa'da en sert mücadeleyi veren yayının Charlie Hebdo olduğunu bilmezler mi? Elbette bilirler.

Bu, katliamı yapanların düştüğü yanlıştır ve büyük bir yanlıştır. Bu yüzden terörün amacı olan ve bize dayattığı gündemi konuşmaktan kaçınmak artık mümkün olmadığında en azından çapsız siyasetçilerin, güdümlü yorumcuların ve sığ analistlerin gösterdiği yöne gitmeden iki kere düşünmek ve olan biteni en basit haliyle görmeye çalışmak şart. Başka türlü, olan bitendeki insanı görmek ve olanı doğru anlamak nasıl mümkün olabilir?

* Bu yazı Ocak 2015'te Sofasol Gazetesi'nin 45. sayısında yayımlanmıştır

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış