Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Bir İnsan Hakları İhlalinin Kısa Öyküsü Açılmayan O Telefon!

Bir İnsan Hakları İhlalinin Kısa Öyküsü Açılmayan O Telefon!

Henüz ameliyattan çıkmış yoğun bakımdaki arkadaşımın kan değerlerinde beklenmedik bir düşüş var. Acil bir kan testi yapılması gerekiyor. Sonucuna göre nasıl bir tedbir alınacağına karar verilecek. Ancak koca hastanenin kan laboratuvarında hafta sonu sebebiyle kapı duvar. Neyse ki Cebeci Kampusu’ndaki kan laboratuvarı hafta sonu da açıkmış. İlk telefon, ikinci arama derken saatler süren telefonla ulaşma çabası sonuç vermiyor. Açık olduğu söylenen laboratuvara telefonla ulaşılamıyor. Acil bir test için saatlerdir açılmayan bir telefonu bekliyoruz. Daha fazla beklemeyelim diye kan örneğini alıp kendimiz götürmeyi teklif ediyoruz.

Çok geçmeden de elimizde iki tüp kan örneği ile İbn-i Sina Hastanesi’nden çıkıp Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusu’ndaki kan laboratuvarının yolunu tutuyoruz. Telefonla saatlerdir ulaşılamayan laboratuvar açık. Her şey normal görünüyor. Elimizdeki kan örneklerini verdiğimiz ve durumun aciliyetini anlattığımız laborant kadın yarım saat bekleme süresi veriyor test sonucu için. Hemen yandaki bekleme salonuna geçiyoruz. Açık olan laboratuvara nasıl olup da telefonla ulaşılamadığını düşünürken, kulağım kapalı odalardan birinde sürekli çalan telefona takılıyor. Aranıp da açılmayan telefon bu olabilir mi diye düşünürken, kan örneğini teslim ettiğimiz tezgâhın arkasındaki iki laborantın konuşmasına dikkat kesiliyorum. “Yine İbn-i Sina’dan arıyorlar galiba” deyip işlerine dönüyorlar. Telefonun olduğu odayı açmaya yönelen kimse olmuyor.

Öylece kalakalıyorum. Hayretle ve biraz da öfkeyle tezgâhın arkasındaki laboranta yönelip “Sabahtan bu yana size ulaşmaya çalışıp ulaşamadığımız telefon bu olsa gerek. Neden açmıyorsunuz telefonu?” diye soruyorum. Cevabı çok açık bir soru sormuşum gibi boş gözlerle bakıyor karşımdaki laborant: “O oda hafta sonu kapalı”. - Odayı açtırmak için neden bir şey yapmıyorsunuz?

- Odanın anahtarı kimsede (güvenlikte bile) yok mu?

- İbn-i Sina Hastanesi’nden arandığını biliyorsunuz da, neden geri arayıp yanlış numarayı aradıklarını söylemiyorsunuz?

- Bu aramaların ne kadar hayati olabileceğinin farkında değil misiniz? Gibi onlarca soru geçiyor kafamdan ama nedense anlamlı bir karşılık alamayacağımdan eminim ve bu saçma muhabbeti daha fazla uzatıp gereksiz bir gerginliğe yol açmamak için kısa yoldan, hafta sonu da aransa açılacak telefonların numaralarını soruyorum. İsteksizce verilen “6473 ve 6625” cevaplarını telefonuma kaydediyorum. Yarım saatlik bekleme süresi boyunca telefon en az altı kez daha çalıyor. Açan olmuyor… Açan olmadığını ve bunun için kimsenin bir şey yapmadığını görmek ise çok zor. Yarım saat sonunda aldığımız test sonuçlarını gösterdiğimiz hematoloji uzmanı hekime durumu izah edip doğru telefon numaralarını İbn-i Sina’daki meslektaşları ile paylaşmasını rica ediyoruz. Geri döndüğümüzde İbn-i Sina Hastanesi yoğun bakım servisindeki nöbetçi hekime de durumu anlatırken diğer hastanedeki hekimin ricamızı kırmayıp doğru telefon numaralarını kendileriyle paylaştığını öğreniyoruz.

 Artık bizim için şimdi her şey yolunda… Arkadaşımız hızla sağlığına kavuşuyor. Kendi tabiriyle “domuz gibi” iyi. Ama hastaneden çıkarken bu durumun kaç hafta sonudur sürdüğünü, kim bilir ne çok mağduriyet yaşandığını düşünmeden edemiyorum. Açılmayan bir telefon yüzünden geciken bir kan testinin bir cana mal olmuş olma ihtimalini düşünmek bile ürkütücü. Felsefeci İoanna Kuçuradi insan haklarının başımıza gelende değil yapıp ettiklerimizde olduğunu söyler ve insan haklarını “muamele etme ilkeleri” olarak tanımlar. İnsan hakları ihlallerini de öncelikle eylemlerimizde aramamızı salık verir. İlişkisel bir varlık olarak insan, yapıp ettikleriyle ve tabii ki yapmadıkları ya da yapmamayı seçtikleriyle değerler üretir ya da değerler çiğner. İnsanı diğer bütün varlıklardan ayıran akıl sahibi olmasıdır.

O aklın önemli olanaklarından biri de kişinin eylemlerini seçerken onu (eylemini) belirleyen ilkeleri de seçebilmesidir. Her hafta sonu kapalı olan o odada kilitli kalan telefonu, arayanın kim olduğu bilinmesine rağmen açmayan, açmak için hiçbir şey yapmayan laborantlar; açık olduğunu bildikleri laboratuvara her hafta sonu telefonla neden ulaşamadıklarını hiç sorgulamayan ve acil de olabilecek kan testlerinin gecikmesini göze alan nöbetçi hekimler, hemşireler şüphesiz ki, sağlık çalışanı olarak bu eylemleriyle (eylememeleriyle) değer korumamayı seçiyorlar. Yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla birilerinin yaşam hakkını çiğneme riskini göze alıyorlar.

Öyle görünüyor ki, çalan telefon karşısındaki umarsızlıklarıyla fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kendi ellerine bırakmış insanların teslimiyetlerinin sorumluluğunu hissetmiyorlar. Kendisine tanınmış iktidar gücü ile copu önüne gelene sallayıp, biber gazı kapsülü ile kafaya nişan alan, direksiyonuna geçtiği TOMA’yı protesto hakkını kullananların üzerine süren polisin eylemindeki insan hakları ihlalini görmek görece daha kolay. Ya açılmayan bir telefonda sessiz sedasız, gözümüzün içine bakarak ama kimse duymadan işlenen bu tür ihlaller? Fark nerede, hangisi daha kötü? Ne dersiniz?

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış