Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI’NIN DOĞAL SİT KARARLARI

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI’NIN DOĞAL SİT KARARLARI



Nasıl yönetildiğimizi, ülkenin doğasının nasıl yönetildiğini biliyoruz uzun zamandır. Sadece aynı kötü yönetmenin yeni örnekleri gündeme geliyor çeşitli nedenlerle. Sayıştay'ın Çevre Şehircilik Bakanlığı 2019 yılı denetim raporu da bu örneklerden birini ortaya koyuyor.

Raporun bütünü Bakanlığın yasalarla belirlenmiş sistem içinde yönetilmediğini, keyfi tutumun asıl olduğunu gösteriyor. Devletin denetim kurumlarından biri olarak Sayıştay'ın denetim mantığı asıl olarak mali kaynakların nasıl kullanıldığına odaklanır. Bunun, ödediğimiz vergilerle oluşan kaynakların nasıl harcandığının ortaya konulması yanıyla çok önemli olduğunu söylemek bile gereksiz. Ama bu, Rapor'u düzenleyen denetçilerin, B. Denetim Görüşünü Etkilemeyen Tespit ve Değerlendirmeler bölümündeki tespitlerinin önemsiz olduğu anlamına gelmiyor.

Rapor'da denetim görüşünü etkilemediği belirtilse de önemli bir tespit-bulgu üzerinde duracağım: Ülkenin dört bir yanındaki doğal sit alanlarının belirlenmesine ilişkin resmi kararlara dayanak olan 4 Mevsim Ekolojik Temelli Araştırma Projesi sonucunda düzenlenen raporlar. Bu kararlar, yaşadığımız coğrafyanın doğasının, ekolojisinin, bağlantılı olarak toplumun, bunu yönetme iktidarına sahip kurum tarafından hangi gözle görüldüğünü ortaya koyuyor. Ortak varlığımız doğanın metalaştırılarak piyasa mekanizması içinde dolaşıma sokulması kapitalist sistemin oluşumundan beri hep var olan bir olgu ama, sistemin son zamanlarda sıkışıklık içinde daha çok saldırdığı alan durumunda. Doğal sit alanı kararları bu bağlamda önem taşıyor.

Sayıştay Raporu'nu, kamuya açıklanmayan, binbir uğraşla elde edilebilen 'bilimsel' raporların düzenlenmesindeki usulsüzlükleri, içeriden denebilecek bir mevzuata uygunluk bakışıyla ortaya koyduğu için önemsemek gerekiyor. Bilimsel Rapor'ların düzenleniş sürecini ele almak doğru olacak. Bu çerçevede, Rapor'un Denetim görüşünü etkilemeyen tespitler bölümünden bir alıntı:

"BULGU 12: Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu Hazırlama Sürecinde Eksiklikler Olması

Korunan Alanların Tespit, Tescil ve Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik'in "Korunan alanlara ilişkin genel ilkeler" başlıklı 5'inci maddesinde, korunan alanların belirlenmesi, değerlendirilmesi ve korunması için, korunan alanların statüsünün belirlenmesi ve değerlendirilebilmesi için zamana bağlı değişimleri ortaya koyan ekolojik süreçlerin tanımlanması gerektiği, gerekli görülmesi durumunda ise en az ardışık dört mevsimi kapsayan ekolojik temelli bilimsel araştırma yapılarak statü belirleneceği düzenlemelerine yer verilmektedir. (...)

Belirtilen hükümlerde, araştırma ekiplerinin, Bakanlıkça oluşturulması, ekiplerde yer alacak personelin sayı, nitelik ve meslek grupları gibi unsurların da Bakanlıkça tespit edilmesi öngörülmektedir."[1]

Bilimsel araştırma işi, hizmet alım ihalesi yoluyla Bakanlık/kamu personeli dışında bir özel şirkete yaptırılmıştır. Üstelik, bir bilimsel rapor düzenlenmesi için yapılan ihalenin konusu olan iş, mimarlık-mühendislik hizmeti alımı olarak tanımlanmıştır. Bilimsel ekolojik temelli rapor düzenlenmesinin mimarlık-mühendislik işi olarak tanımlanmasındaki akıl dışılığı fazla izah etmeye gerek yok. Aslında bunu irrasyonalite değil, başka bir aklın bakışı diye nitelemek daha doğru olur. Ama o akıl, kendi rasyoneline, koyduğu kurala uymuyor, Rapor bunu söylüyor. Kamu İhale Kanunu'nun genel sistematiği içinde bakılınca, işin Açık İhale yöntemiyle değil, Belli İstekliler Arasında İhale yöntemiyle yapılması gerektiği son derece açık.

Bunu yapmayınca, üniversiteler ve alanın uzmanı birçok kurum öncelikle ihaleden elenmiş ve birbirinin kopyası projeleri yapmış ve çok sayıda iş deneyim belgesine sahip bir firmanın teklifi en uygun teklif olabiliyor. Sonuç olarak da, yaşadığımız Muğla örneğinde olduğu gibi, bir gayrimenkul danışmanlık şirketi ihaleyi kazanıyor ve 'Bilimsel Rapor' hazırlıyor. Bu gayrimenkul danışmanlık şirketinin hazırladığı raporlara dayanarak bütün Muğla'nın doğal sit alanları tespit edilecek; düşünebiliyor musunuz!

Bu sadece Muğla'ya has bir durum da değil; bütün Türkiye'de benzer bir durum var. İnanılmaz geliyor bir gözle bakınca. Bütün ülkenin doğal alanlarını bir gayrimenkul danışmanlık şirketine veya benzer, kâr amaçlı, asli güdüsü ticaret olan bir şirketin raporuna emanet ediyorsunuz. Bir an önce işi tamamlayıp para kazanma derdinde olan şirket de mecbur olduğu için 'işe uygun' personel buluyor 'proje'yi yürütmek üzere, hatta bir taşerona yaptırıyor.

İşleri taşerona yaptıran gayrimenkul danışmanlık şirketinin 'işe uygun uzman'larının rapor düzenleme sürecinde ne kadar 'hassas' davrandığı Sayıştay Raporu'nda bizzat Muğla için açıkça belirtiliyor. Yapması gereken arazi programını yapmamış uzmanlar, yapmadıkları arazi programlarındaki tespitlere dayandığı kabul edilen sonuç raporlarını imzalayabiliyor. Bu da bilimsel rapor olarak kabul görüp, rapora dayanan sit alanı belirleme kararları alınıyor.

Bu raporların bunca yıldır kamuoyundan ısrarla, devlet sırrı gibi saklanmasının nedeni bunlar olsa gerek. Bu konuya ilgiyle yaklaşıp biraz bilgi sahibi olan herhangi biri, raporun bilimsel açıdan eksiklerini-yanlışlarını rahatlıkla tespit edebilecek durumda, ediyor. Raporların bilimsel veri ve sonuç çıkarmalarla yol almadığının bir başka göstergesi, hiçbir bilimsel niteliği olmayan Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonları'nın bilimsel raporlarda önerilenlerden farklı kararlar alarak bilimsel raporları dikkate almadığını ortaya koymasıdır. Bilimsel denen raporlar Bölge Komisyonu kararına göre revize edilebiliyor.

Muğla Çevre Platformu meclisleri, Muğla bilimsel raporu hakkında değerlendirmeler yaptı, yapmaya devam ediyor.[2] Raporlarla ilgili değerlendirmelerde, yasal prosedüre uygun olmamanın yanına, bir de yöntembilimsel açıdan da sorunlu olduğu eleştirisi getiriliyor.[3][4]

Bu durum karşısında raporlara dayanarak işlem yapmanın kabul edilemez olduğu daha açık anlaşılıyor. Ancak, son günlerde doğal sit alanı kararları hızla alınıp ilan ediliyor. Sayıştay raporunun kamuya açılmasıyla, yapılan bütün tespitlerin hukuka aykırı olduğunun ortaya çıkmasının telaşıyla mı dersiniz? Bir de şunu söylemek yerinde olur, nasıl bir devlet yönetimidir ki, yaptıklarını denetleyen denetim kurumu tarafından, yaptığının hukuka aykırı olduğu söyleniyor ama, bu söylendiği halde, hiç aldırmadan yanlışa dayanarak karar almaya devam ediyor. Bu rapor yakın zamanda kamuoyuna ulaşsa da yapılan tespitlerin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na çoktan söylendiği belli. Üstüne üstlük, buna mutlaka cevap verilmiş olmasına rağmen, verilen cevap ikna edici bulunmamış olmalı ki bulgu raporda yer alıyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Sayıştay'ın bilimsel rapor denen raporların düzenlenmesinin mevzuata aykırı olduğunu söylediği günden beri, bile isteye usulsüz tespitleri yapmaya ve yurttaşını yaptığı bu işlere karşı dava açmaya mecbur bırakmaya devam ediyor. Hele bir de her bir raporla tespit edilmiş alanların küçücük parçalara bölünerek karara bağlanıp ilan edilmesi gibi yurttaşları çok sayıda dava açmaya mecbur bırakan bir yol izleniyorsa ne yapılmak istendiği daha anlaşılır oluyor.

İzlenen yolun yanlış olduğu bizzat devletin denetim organı tarafından söylenmişse, tekil örnek de olsa (tek bir araştırma ihalesi yapıldığı halde tek bir rapor düzenlenmeyip her bir doğal sit bölgesi için ayrı düzenlenen raporlarda aynı yöntem uygulanmış olunca tekil bir durumdan söz edilmediği ortaya çıkıyor), buna eklenen yöntemsel bir geçersizlik eleştirisi de söz konusu ise, bu işle ilgili devlet kurumlarının yönetenleri, Bakanlık yetkilileri bu yanlış yolu izlemekten, yurttaşlarla, doğa ve yaşam savunucularıyla daha çok davada hasım olmaktan acilen vazgeçmek zorundadır.

Sayıştay Raporundaki usulsüzlük tespitleri karşısında, doğayı koruma yaklaşımı içinde olan bütün belediyeler, ekoloji örgütleri ve yerel inisiyatiflerin kendi bölgelerine ait raporların geçersiz kılınması için hep birlikte harekete geçmeleri gerekiyor. Doğal sit kararlarının dayanağı raporların iptal edilmesi, bu raporlara dayanarak sit alanı kararı alınmaması, raporların katılımı esas alan bilimsel ve korumacı bir anlayışla yeniden düzenlenmesi talebinin bütün ülkede hep birlikte dile getirilmesi gerekiyor.

Güngör Erçil, Muğla Çevre Platformu Eşsözcüsü

[1] T. C. Sayıştay Başkanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2019 Yılı Denetim Raporu, s. 82-84. https://www.sayistay.gov.tr/tr/Upload/62643830/files/raporlar/kid/2019/Genel_B%C3%BCt%C3%A7e_Kapsam%C4%B1ndaki_%20Kamu_%C4%B0dareleri/CEVRE%20VE%20SEHIRCILIK%20BAKANLIGI.pdf

[2] https://mucep.org/bilimsel-raporlara-iliskin-degerlendirmeler/

[3] https://mucep.org/22-10-son-gokova-ekolojik-temelli-bilimsel-arastirma-raporunun-degerlendirmesi-6/

[4] https://ekolojibirligi.org/dogal-sit-alanlarinin-koruma-derecelerinin-dusurulmesi-ekolojik-akil-mi-ekonomik-akil-mi-semra-purkis/

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış